1980’lerin başında ABD’de ilk HIV/AIDS vakalarının görülmeye başlaması ve “Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri” tarafından tanınması akabinde yoğun çalışmalar sonucu etken virüs (İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü-HIV) ve bu virüsle enfekte olan insanlarda gelişen bağışıklık sisteminin etkinliğinin ileri derecede azalması sonrası ortaya çıkan AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu) hastalığı tanımlanmıştır. HIV/AIDS ile bilinen ilk karşılaşmanın üzerinden kırk yılın üzerinde zaman geçmesi, günümüze kadar dünya genelinde 40 milyondan fazla insanın AIDS hastalığı ve onun komplikasyonları sonucu hayatını kaybetmesi, hâlâ dünya genelinde çok sayıda insanın ölümüne neden olması bu virüs ve ona bağlı olarak gelişen bu hastalık için yukarıda başlıkta verdiğimiz soruya ne yazık ki “Evet” yanıtını vermeyi gerektirmektedir.
1980’lerin başında yukarıda da değindiğimiz ilk karşılaşma sonrası HIV virüsünün tanımlanması, ona karşı etkili ilaçların araştırılması ve tedaviye kazandırılması için bilim dünyasında yoğun çalışmalar gerçekleştirilmiş ve hâlâ gerçekleştirilmekte olup, 1987 yılında ilk antiretroviral ilaç zidovudin (AZT)’nin keşfinden sonra özellikle 1990 yılların ortalarından itibaren HIV virüsüne karşı etkili ilaçların (antiretroviral ilaçlar) geliştirilmesi ve tedaviye kazandırılması özellikle bu ilaçlara erişim sağlayabilen ve bu ilaçları aksatmadan düzenli kullanan HIV virüsü bulaşmış (HIV enfekte) kişilerde virüsün replikasyonunun (çoğalmasının) kontrol altına alınıp, baskılanmasını sağlamakta ve virüsün bulaşmasını (örneğin eş veya partnerlere, hamilelikte anneden fetüse) engellemekte ve bu virüse bağlı ilerleyen dönemde gelişen ve tedavi edilmemesi durumunda ölümle sonuçlanan AIDS hastalığı ve bu hastalıkla ilişkili komplikasyonların gelişimini engellemede oldukça büyük bir başarı sağlamış olmakla birlikte, özellikle hastanın ilaçlarını hekimi tarafından belirtildiği biçimde düzenli kullanması vücudundaki HIV’in kontrol altında tutulması açısından elzemdir. Bununla birlikte aradan geçen kırk yılı aşkın sürede maalesef HIV virüsünü tamamen ortadan kaldıran bir ilaç veya ilaç kombinasyonu, yani tam bir tedavi veya HIV’den korunma için bir aşı bulunamamış ve tıbbi kullanıma kazandırılamamıştır, bu nedenle HIV’li kişilerin gerek virüsü başkalarına bulaştırmamak, gerekse HIV enfeksiyonunun ilerlemesine bağlı olarak gelişen AIDS ve AIDS ilişkili komplikasyonlara bağlı olarak hayatlarını kaybetmemek için ömürleri boyunca kendilerine alanında uzman hekimlerince reçetelendirilmiş olan antiretroviral ilaç tedavisini kullanmaları gerekmekte olup, bu tedavi düzeni ile HIV artık bu kişilerde ömür boyu var olacak ama baskılanmış bir “kronik hastalık” olarak süregelmektedir. Bu nedenle her ne kadar antiretroviral ilaçlarla düzenli tedavi ile HIV bulaşmasını takiben vücutta HIV virüsünün çoğalması baskılanıp, başka insanlara bulaşma ve AIDS gelişmesi engellenmiş olsa da HIV/AIDS’ten korunmanın en iyi yolu “bu konuda iyi bir eğitim, bilinçli olmak ve bulaşmanın engellenmesi ve bulaşmadan korunmadır”. Bu bağlamda HIV bulaşmasının en yaygın yollarından biri cinsel yolla olduğu için, özellikle aktif ve farklı kişilerle cinsellik yaşayan kişilerin prezervatif dahil etkin cinsel korunma yöntemlerini doğru ve düzenli olarak kullanmaları büyük önem arz etmektedir.
HIV/AIDS ile bilinen ilk karşılaşma 1980’lerin başında ABD’nin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri’ne bildirilen vakalar ile olmuştur. 1981’in yazında genç eşcinsel erkekler vücutlarının bağışıklık sistemleri ile savunabileceği fırsatçı enfeksiyonlar ile hastalanıp, ölmeye başlamışlardır. Hastalığa yakalanan kişilerin vücutlarının oldukça zayıflamakta olduğu ve sıklıkla oldukça nadir görülen ve agresif bir kanser formu olan Kaposi sarkomuna bağlı olarak ciltlerinde özellikle kol ve yüz bölgelerinde koyu pembe renkli lekeler geliştiği belirtilmiştir. Bu ölümcül hastalık özellikle ABD’nin New York ve San Francisco gibi büyük şehirlerinde ve eşcinseller arasında görüldüğü için bir dönem “eşcinsel vebası” olarak bile adlandırılmıştır. Ve ne yazık ki bu hastalar, doktorlarının bütün çabalarına rağmen tedavi edilmeye çalışılan bir fırsatçı enfeksiyonu takiben diğer bir fırsatçı enfeksiyonun gelişmesi ile hızla kötüleşerek hayatlarını kaybetmişlerdir.
Peki bu hastalığa neden olan ve daha sonra keşfedilen etken virüs “HIV” nasıl ortaya çıkmış ve nasıl topluma bulaşmıştı? Kökenleri uzun yıllar araştırılan ve HIV-1 ve HIV-2 olmak üzere iki tipi belirlenen bir retrovirüs olan HIV’in asıl kökenin orta batı Afrika (Kongo Havzası) olduğu ve burada yaşayan primatlardan, bu primatları enfekte eden ve onların bağışıklık yetmezliğine neden olan “Maymun Bağışıklık Yetmezlik Virüsünün (SMV)” 1900’lerin erken ortalarından itibaren türler arası geçişler sonucu diğer primatlardan insanlara geçtiği ve genetik mutasyonlar, kıtalar arası göç, korunmasız cinsellik, kişilerin aynı enjektörle toplar damar içine (intravenöz (i.v.)) ilaç kullanımı vb. yollarla Afrika kıtasından diğer kıtalara ve dünyaya yayıldığı belirtilmektedir.
Günümüzde HIV/AIDS’in ilk tanımlandığı 1980’lerin başından günümüze dek bu hastalık dünya genelinde 40 milyondan fazla kişinin ölümüne neden olmuştur ve hâlâ olmaya devam etmektedir. 2022 yılında 1.3 milyon yeni HIV vakası tanımlanmış olup, 2022 yılı itibariyle dünya genelinde 39 milyon kişi HIV virüsü ile enfektedir ve 2022 yılında bu virüse bağlı olarak AIDS-ilişkili ölüm sayısı 630.000’dir. HIV ile enfekte (HIV ile yaşayan) 39 milyon kişinin 20.8 milyonu Doğu ve Güney Afrika’da, 4.8 milyonu ise Batı ve Orta Afrika’da yaşamaktadır. 2023'te yayınlanan bir çalışmaya göre, Türkiye'de 2020 Kasım sonu itibariyle kümülatif HIV enfeksiyonu sayısı 27767, 2020'de yeni tanı alan vaka sayısı ise 4037'dir. Türkiye'de 2000'li yılların başından 2018 yılına kadar HIV ile enfekte kişi sayısında yüzde 400'lük bir artış olduğu, 2021 yılı sonu itibariyle T.C. Sağlık Bakanlığı'nın resmi kayıtlarına göre Türkiye'de 32 bin kişinin HIV pozitif olduğu ve bunların 26 bininin erkek olduğu belirtilmiştir.
Peki HIV virüsü vücutta etkilerini nasıl göstererek insan bağışıklık sistemi yetmezliğine ve bunu takiben AIDS hastalığına ve bu hastalığa bağlı komplikasyonlarla insanların ölümüne neden olmaktadır? HIV bir retrovirüstür; içerdiği RNA (ribonükleik asit) genomunun (genetik materyalinin) bir DNA (deoksiribonükleik asit) kopyasını istila ettiği konak hücresinin DNA’sına sokarak o konak hücresinin genomunu değiştirir. HIV konakçının başlıca CD4+ T hücreleri, makrofajlar ve dentritik hücreler gibi “bağışıklık sistemi hücrelerini enfekte eder”. HIV CD4+ T hücrelerini yok eder.
HIV’in vücutta hücreleri nasıl enfekte ettiği şu şekilde özetlenebilir; olgun HIV partikülünün yüzey glikoproteini “gp120” konak hücre üzerindeki “CD4” reseptörüne bağlanır. İnsan bağışıklık sisteminin önemli yapılarından olan yardımcı T hücreleri, makrofajlar ve dentritik hücreler ve astrositler gibi CD4-pozitif (CD4+) olan bütün hücreler HIV’e karşı duyarlıdır. HIV’in gp120’sinin konak hücresindeki CD4’e bağlanması sonrası gp120 kemokin reseptör 4 ve kemokin reseptör 5 gibi ko-reseptörlere (vücutta çeşitli sinyal iletiminde görevli yapılar) bağlanır ve bunun sonucunda gp120’de oluşan yapısal değişiklikler ve viral RNA’nın konak hücrede çeşitli enzimlerle öncü virüs DNA’sının oluşturulmasına ve insan hücre çekirdeğine girmesine neden olur ve bu işlemler HIV’in konak hücreye bulaşmasını ve kalıcı bir enfeksiyon oluşumunu tamamlar.
Konak hücre genomu içine bütünleşme sonrası ilk virüs partikülleri yaklaşık 6 saat sonra tespit edilebilir, yani enfeksiyondan yaklaşık 24 saat sonra enfekte hücreden ilk üretilen virüsler salıverilir. Hem mutasyonlar sonrası antijenleri tespit eden antikorlar (bağışıklık hücrelerinin ürettiği savunma yapıları) da enfekte olduğundan ve enfekte yardımcı T hücrelerin (yardımcı T lenfositlerin) bağışıklık sistemi aracılığıyla elimine edilmesi hem de HIV’e özgü Nef ve Tat gibi proteinler nedeniyle bu bağışıklık sistemi hücrelerinin yenilerinin olgunlaşmasının ve yerine konulmasının engellenmesi sonucu yardımcı T hücrelerinin düzeyinde sürekli azalma meydana gelir ve bağışıklık sistemi normal fonksiyonlarını yerine getirilemez. Makrofajlar, astrositler ve bellek T hücreleri gibi uzun ömürlü hücrelerin enfeksiyonunda yıllar süren bir latent süre (uyuklama evresi, gizli evre) görülür ve bu hücrelerin aktivasyonu ile de enfeksiyöz HIV partiküllerinin üretimi gerçekleşir. Sonuç olarak; HIV’in bağışıklık sistemini yetersiz duruma getirmesi HIV enfekte kişilerde fırsatçı enfeksiyonların ve kanserlerin gelişmesine neden olur
HIV laboratuvar testleri ile tespit edilebilir ve kişideki çeşitli belirti ve bulgulara göre evrelendirilebilir. Dünya genelinde HIV yükünün azaltılmasında en önemli stratejilerden biri HIV testlerinin yapılmasının oranını arttırmaktır. ABD’de 1.2 milyon kişinin HIV ile yaşadığı ve HIV testlerinin uygulanabilirliği ve erişebilirliğine rağmen %14’ünün bu durumdan habersiz olduğu belirtilmektedir. Dünyanın pek çok bölgesinde HIV taşıyıcılarının üçte birinin AIDS veya bağışıklık yetmezliğinin belirgin olduğu ileri evrede enfekte olduklarını keşfettikleri belirtilmektedir. Bu durum dünya geneline vurulduğunda HIV’in tespiti ve akabinde yayılmasının kontrol altında tutulması için HIV testlerinin yapılmasının ne derece büyük öneme sahip olduğunu görülmektedir.
HIV enfekte kişilerde antijene (vücuda girdiğinde bağışıklık yanıtı oluşturan yabancı moleküller) özgü antikor (antijene karşı vücutta oluşan bir çeşit bağışıklık savunma ürünleri) oluşumu (serokonversiyon) ilk bulaştan sonra 3 ila 12 hafta sonra gerçekleşebilir. Antikor oluşumu öncesi birincil tanı HIV-RNA veya p24 antijeni ölçümü ile konulabilir.
HIV enfeksiyonunun teşhisini koymak için yapılan HIV testleri temel olarak üç tiptir: (1) antikor testleri, (2) antijen/antikor testleri, (3) nükleik asit testleri (NAT’ler).
Antikor testleri; kan ve ağız içi sıvıda HIV’e karşı vücudun ürettiği antikorları tespit eden testlerdir. Hızlı testlerin çoğu ve evde yapılan testler antikor testleridir.
Antijen/Antikor testleri; kanda hem HIV antijenini hem de antikorunu tespit edebilen testlerdir. Antikor ve antijen/antikor testleri başlangıçta kullanılan rutin testlerdir. NAT’ler ise kanda HIV’i arayan testlerdir. NAT’ler pahalı testlerdir, rutinde kullanılmazlar, ancak kişinin HIV’e yüksek riskli maruziyeti varsa veya olası maruziyet ile birlikte erken HIV belirtileri olan kişilerde kullanılırlar. HIV testinden pozitif sonuç alınmasını takiben teşhisi onaylamak için takip testi yapılması gerekir. Takip testinin de pozitif çıkması durumunda kişiye HIV pozitif teşhisi konulur.
HIV testlerinde kişide yanlış negatif sonuç çıkma ihtimali olabilir, bu durumun antijen veya antikorun pozitif çıkmadan önceki pencere periyoduna bağlı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Çok erken bir enfeksiyondan (2 haftadan az süre) kişide viral RNA yükü testi yapılabilir ve kişiye 1 ay veya 3 ay sonra tekrar seri test ile yeniden test yapılabilir. Bazı hastalarda 3 aya kadar pozitif test elde edilemeyebilir, bu nedenle her negatif test için pencere dönemine ilişkin bir açıklama ve ileri testler için randevu verilir. Risk altındaki davranışın üzerinden 3 ayın üzerinde bir süre geçmişse ve test sonucu negatifse test gerçek negatif olarak okunur.
HIV enfeksiyonun sınıflandırmaları
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ye göre yetişkinler ve 15 yaş üzeri adolesanlar için:
Klinik evre 1
HIV enfeksiyonu asemptomatiktir (belirti göstermez) ve genelleşmiş lenf nodu (lenf düğümü) büyümesi içerebilir.
Klinik evre 2
(hafif semptomatik (hafif belirtiler görülen) evre) Erken HIV enfeksiyonu çeşitli klinik belirtileri; %10’dan az kilo kaybı, inatçı solunum yolu enfeksiyonları (ör. sinüzit, bronşit, farenjit gibi), çeşitli cilt hastalıkları (ör. Herpes zoster alevlenmeleri, perleş (ağız dudak kenarında bir çeşit mantar olan Candida enfeksiyonları), tekrarlayan ağız ülserleri, papüler kaşıntılı cilt döküntüleri, seboreik dermatit, tırnak mantar enfeksiyonları gibi).
Klinik evre 3
(orta semptomatik (orta belirtiler görülen) evre) Hastalık ilerledikçe ilave belirtiler ortaya çıkar; %10’dan fazla kilo kaybı, uzun (1 aydan uzun süre) açıklanamayan ishal, akciğer tüberkülozu, pnömoni, piyelonefrit, menenjit, septisemi, kemik ve eklem enfeksiyonları gibi bakteriyel enfeksiyonlar. Bu evrede tekrarlayan ağız aftları, akut nekrotizan ülseratif stomatit, diş eti iltihabı ve periodontitis gibi mukokütanöz enfeksiyonlar da oluşabilir.
Klinik evre 4
(ciddi semptomatik (ciddi belirtiler görülen) evre) AIDS’i tanımlayan bütün hastalıkları kapsar. HIV tükenme sendromu, Pneumocystis (jirovecii) pnömonisi, tekrarlayan ciddi bakteriyel pnömoni, akciğer dışı organ tüberkülozu, HIV ensefalopatisi, merkezi sinir sistemi toksoplazmozisi, özofagus kandidiyazisi ve Kaposi sarkomu gibi. Bu evrede ayrıca sitomegalovirüs (CMV) enfeksiyonları (retinit (gözde) veya diğer organ enfeksiyonları gibi), çeşitli ağır mantar enfeksiyonları (örneğin; akciğer dışı organ kriptokokozu, yayılmış mikozlar (örn. koksidiyomikoz, akciğer dışı histoplazmoz, trakeal, bronşiyal veya pulmoner kandida enfeksiyonu, menenjit dahil akciğer dışı organ kriptokokozu gibi), çeşitli ağır parazit, bakteri ve virüs enfeksiyonları (örneğin; izosporiyazis, yaygın tüberküloz dışı mikobakteri enfeksiyonu, visseral herpes simpleks enfeksiyonu gibi) edinilmiş HIV ile ilişkili rektal fistül (anüste oluşan kanal şeklinde yapılar), çeşitli kanserler (örneğin; serebral veya B hücreli non-Hodgkin lenfoma), ciddi bir beyin enfeksiyonu olan progresif multifokal lökoensefalopati (PML) ve HIV ile ilişkili kardiyomiyopati (kalp fonksiyonlarının bozulmasına neden olan kalp kası hastalıkları) veya nefropati (böbrek hasarı) gibi klinik durumlar bu evrede görülebilir. Bununla birlikte, AIDS'i tanımlayan hastalıkların eşlik etmediği bu durumların varlığı doğrulayıcı testlerin yapılmasını gerektirmektedir.
DSÖ’nün 15 yaş altı çocuklar için HIV enfeksiyonu evreleri (evre 1 benzerlik göstermekle birlikte) güncel DSÖ kılavuzlarından incelenebilir.
CDC’ye göre: 6 yaş ve üzeri yetişkinler için:
Evre 0: Negatif veya belirsiz bir HIV testinin ardından 180 günden kısa bir süre sonra pozitif bir test arasında geçen süre
Evre 1: CD4 sayısı ≥ 500 hücre/µl ve AIDS tanımlayıcı koşullar yok
Evre 2: CD4 sayısı 200 ila 500 hücre/µl ve AIDS tanımlayıcı koşullar yok
Evre 3: CD4 sayısı ≤ 200 hücre/µl veya AIDS'i tanımlayan koşullar
Bilinmiyor: Yukarıdaki sınıflandırmalardan herhangi birini yapmak için yeterli bilgi mevcut değilse.
HIV enfeksiyonunun üç temel evresi vardır; (1) Akut HIV Enfeksiyonu, (2) Kronik HIV Enfeksiyonu, (3) AIDS.
İlk dönem olan akut HIV enfeksiyonu; HIV bulaşmasını takiben ilk 2-4 hafta içerisinde kişide ateş, baş ağrısı, kızarıklık, kaşıntı, döküntü gibi grip benzeri belirtiler görülür. Bu dönemde virüs hızla çoğalarak vücuda yayılır ve bağışıklık sisteminin CD4 hücrelerine (CD4 T lenfositlere) saldırarak onları yok eder. Akut dönemde vücutta HIV seviyesi ve virüsü bulaştırma riski yüksektir. Bu evredeki kişiler antiretroviral tedavi görmeleri durumunda büyük yarar elde edebilirler.
İkinci dönemde (kronik HIV enfeksiyonu) HIV vücutta çoğalmaya daha düşük bir hızda devam eder, bu evre asemptomatik HIV enfeksiyonu veya klinik latent evre olarak da isimlendirilmektedir. Kronik HIV enfeksiyonu olan kişilerde HIV-ilişkili belirtiler olmayabilir. Antiretroviral tedavi uygulanmaması durumunda kronik HIV enfeksiyonu 10 yıl veya daha uzun sürede, bazı kişilerde daha hızlı bir şekilde AIDS’e dönüşür. Antiretroviral tedavi alınması durumunda kişi bu evrede (kronik HIV enfeksiyonu evresinde) onlarca yıl kalabilir. Bu evrede de HIV bulaştırma ihtimali olmakla birlikte antiretroviral tedavinin reçete edilen biçimde eksiksiz ve düzenli kullanılması ve tedavi ile birlikte tespit edilemeyen virüs yüküne sahip olan kişiler HIV enfekte olmayan kişilere virüsü cinsel yolla bulaştıramazlar.
AIDS; HIV enfeksiyonunun en ağır ve son safhasıdır. HIV virüsü kişinin bağışıklık sistemini ağır bir biçimde hasara uğratmıştır ve kişi fırsatçı enfeksiyonlara karşı savaşamamaktadır. HIV’li kişilere AIDS teşhisi CD4 seviyeleri 200 hücre/mm3’ün altında olması veya kişilerde çeşitli fırsatçı enfeksiyonların olması durumunda konulur. AIDS tanısı konmuş kişilerin çok yüksek viral yükü vardır ve diğer kişilere kolayca HIV bulaştırabilirler. Tedavi edilmedikleri takdirde AIDS’li kişiler yaklaşık 3 yıl hayatta kalırlar.
HIV; enfekte kişinin kanı ve sperm, vajinal sıvı, mezi, rektal sıvı ve anne sütü de dahil olmak üzere diğer bazı vücut sıvıları yoluyla geçer. HIV’in bulaşması için virüsü içeren bu sıvıların diğer kişinin kan dolaşımına bir mukoz membran (rektum, vajina, penis veya ağızda bulunan), açık kesik veya yaralar veya doğrudan enjeksiyon yoluyla girmesi gerekir.
HIV’in başlıca bulaşma yolları
Cinsel yolla (prezervatifsiz veya HIV tedavisinde veya HIV’den korunma amacıyla kullanılan ilaçları kullanmayan HIV’li bir kişi ile anal veya vajinal cinsel ilişki) (Dünya genelinde yeni HIV bulaşmalarının en sık nedeni cinsel ilişki ile olur. Cinsel yolla bulaşan başka bir hastalığa sahip olması kişinin HIV bulaştırma veya kişiye HIV bulaşma riskini artırabilir).
HIV’li kişilerle aynı iğne, enjektör veya enjeksiyonluk ilaç ekipmanlarını kullanmak.
Perinatal (anneden bebeğine) hamilelikte, doğumda veya emzirme ile bulaşma. Hamilelikte anti-HIV (antiretroviral) ilaç tedavisi bebeğe HIV bulaşmasını önler, ayrıca bebek maması ve güvenli su bulunan bölgelerde HIV’li kadınların bebeklerini emzirmemeleri önerilmektedir.
Çok nadir durumlarda oral seks, ısırma, derin açık ağız öpüşme, önceden çiğnenmiş yiyecek (örneğin çocuklara verme, bilinen vakalar sadece HIV enfekte bakıcının ağzından kanının yiyecek ile karışması) ile bulaşma.
HIV ayrıca kan veya doku veya organ bağışı ile de bulaşabilir, ancak günümüzde kan, doku ve organ nakli öncesi donörün (kan, doku veya organ veren kişinin) test edilmesi nedeniyle nadir bir durumdur.
HIV’in; tükürük, gözyaşı veya ter ile temas ile, tokalaşmak, sarılmak, yiyecek kap kacağı paylaşmak ile, aynı havuzda yüzmek, aynı tuvalet oturağını (klozeti) kullanmak, sinekler veya diğer hayvanlar tarafından ısırılmak ile bulaşmadığı belirtilmiştir.
Antiretroviral ilaçlar: HIV/AIDS tedavisi ve profilaksisinde (korunmada) kullanılan ilaçlardır. 1987 yılında ilk antiretroviral ilaç olan zidovudin (AZT)’nin tedaviye kazandırılması sonrası özellikle 1990’lı yılların ortalarından itibaren antiretroviral ilaç araştırmaları hız kazanmış ve tedaviye kazandırılan antiretroviral ilaçların sayısı hızla artmıştır. Antiretroviral ilaçların HIV enfekte kişilerin tedavisinde kullanılması, düzenli ve aksatılmadan uygulanan tedavi ile HIV’li kişilerin viral yükünü (kişilerdeki virüs miktarı) azaltılmış, HIV’in kişilerin bağışıklık sistemi üzerinde yaptığı yetmezlik durumu düzeltilebilmiş, kişilerin hayatlarına normal bir şekilde devam edebilmeleri sağlanmış ve HIV’i diğer kişilere bulaştırmalarının önüne geçilebilmiştir.
Günümüzde antiretroviral ilaçlar; nükleozit-nükleotid revers transkriptaz inhibitörleri (NRTİ), nükleozit olmayan revers transkriptaz inhibitörleri (NNRTİ), proteaz inhibitörleri (Pİ), integraz inhibitörleri (İNSTİ), füzyon inhibitörleri (Fİ), kemokin koreseptör 5 antagonistleri olmak üzere temel olarak altı gruba ayrılmaktadır. Bu ilaçlar, HIV’in çoğalmasını bu virüsün insandaki yaşam döngüsünün farklı aşamalarında engellemektedirler. Füzyon inhibitörleri ve kemokin koreseptör 5 antagonistleri gibi giriş inhibitörleri virüsün hücre içine girmesini, NRTİ’ler ve NNRTİ’ler proviral DNA’nın sentezlenmesini, İNSTİ’ler viral DNA’nın genomik DNA’ya entegrasyonunu, Pİ’ler de virüsün olgunlaşmasını inhibe ederek etki gösterirler. HIV’in antiretroviral tedavisinin temellerinden biri “antiretroviral ilaçların en az iki, tercihen üç ilaçlı kombinasyonlar şeklinde” uygulanarak hem virüsün insan vücudundaki yaşam döngüsünde birkaç basamağın birden inhibe edilmesi (engellenmesi), hem de virüsün ilaç tedavisine karşı direnç geliştirmesinin önüne geçilmesidir. Bu amaçla en sık kullanılan üç ilaçlı kombinasyon tedavileri antiretroviral tedavinin temel dayanağını oluşturan NRTİ’lerden 2 ilacın yanına bir NNRTİ, Pİ veya İNSTİ eklenir (2 NRTİ+1 NNRTİ, 2NRTİ+1 Pİ veya 2NRTİ+1İNSTİ). Dirençli bir HIV suşu olmadığı sürece bu şekilde 3 tam aktif ilaçla tedaviye başlanır. Günümüzde bu şekilde üçlü ilaçları tek bir tablet şeklinde içeren ilaç rejimleri bulunmaktadır.
Antiretroviral ilaç gruplarının başlıca ilaç örnekleri aşağıda verilmiştir:
NRTİ’ler: abakavir (ABC), zidovudin (AZT), emtristabin (FTC), tenofovir disoproksil (TDF), tenofovir alefenamid (TAF),
NNRTİ’ler: efavirenz (EFV), etravirin (ETV), nevirapin (NVP), rilpivirin (RPV), doravirin (DOR)
Pİ’leri: lopinavir/ritonavir (LPV/r), darunavir/ritonavir (DRV/r), atazanavir/ritonavir (ATV/r)
Booster (güçlendirici): ritonavir (RTV, r), kobistat (COBI, c)
İNSTİ’ler: raltegavir (RAL), elvitegravir/kobistat (EVG/c), dolutegravir (DTG), biktegavir (BIC)
Füzyon İnhibitörleri (Fİ): enfuvirtid (ENF, T20)
Kemokin koreseptör 5 (CCR5) Antagonisti: maravirok (MVC)
CD4’e karşı bağlanma sonrası HIV-1 İnhibitörü: ibalizumab
Burada en iyi kombinasyon hastaya göre değişir: virolojik (virüs üzerine) etkinlik, toksisite, hap yükü, doz aralığı, ilaç-ilaç ve ilaç-besin etkileşimleri, en son ve önceki ilaç direnci sonuçları, eşlik eden diğer hastalıklar ve maliyet gibi faktörler değerlendirilerek uzman hekim tarafından hasta için en uygun antiretroviral ilaç kombinasyonu rejimi seçilir ve tedavi uygulanır. Hastanın tedaviye başlamadan önce ilaç kullanımının düzenli olmasının önemi, ilaç-ilaç, ilaç-besin etkileşimleri ve bu ilaçlara bağlı olarak görülebilecek çeşitli yan etkiler konusunda dikkatle bilgilendirilmelidir. Antiretroviral ilaçların etkili olabilmesi ve HIV’in bu ilaçlara karşı direnç geliştirmemesi için ilaçların kanda tedavi edici düzeylere ulaşması ve bunun için de bu ilaçların atlanmadan, aksatılmadan ve hekimin belirttiği şekilde düzenli biçimde kullanılması gerekmektedir.
Antiretroviral tedavi HIV tedavisinde kullanıldığı gibi maruziyet öncesi ve maruziyet sonrası profilaksi (korunma) amacıyla da kullanılabilir. Maruziyet sonrası profilakside kan ve vücut sıvılarına riskli temas sonrası en kısa sürede (≤72 saat (72 saat içinde)) bir hekim tarafından yönetilmesi gereken koruyucu antiretroviral tedavi başlanması önerilir. Bu koruyucu tedavi kapsamında bir ay süreyle TDF(TAF)/FTC+RAL, TDF(TAF)/FTC+DRV/r, TDF(TAF)/FTC+DTG veya TAF/FTC/BIC kullanılır. Maruziyet öncesi profilaksi (PrEP); riskli temas öncesi (örneğin riskli cinsel temas) düzenli prezervatif kullanmayan kişilerin HIV ile enfekte olmasını önlemek amacıyla kullanılır. Kişinin tedaviye uygunluğu cinsel sağlık uzmanı tarafından değerlendirilip yönetilir. Rejim günde bir kez TDF/FTC sürekli olarak kullanılır. “İstendiğinde (on-demand)” PrEP uygulaması cinsel birleşmeden 2-24 saat önce çift doz, ilk dozdan 24 ve 48 saat sonra da birer doz olmak üzere toplam 4 doz TDF/FTC alınır. PrEP’in yeni HIV olgularını önlemede en etkili yöntemlerden biri olduğu belirtilmektedir.
HIV tedavisi ve profilaksisinde kullanılan antiretroviral ilaçların çeşitli ve bazıları ciddi olabilen “yan etkileri” vardır. Bunları özet bir biçimde vermek gerekirse; NRTİ’leri periferik nöropati (periferdeki sinirlerde hasar ve fonksiyon kaybı), pankreatit (pankreas iltihaplanması), lipoartrofi (cilt altı yağ dokusu dağılımının değişmesine bağlı şekil değişiklikleri) ve hepatik steatoz (karaciğer yağlanması) olarak ortaya çıkabilen mitokondriyel toksisiteye neden olabilirler, daha az sıklıkta ölümcül olabilen laktik asidoz, aminotransferaz enzimlerinin hızla yükselmesi, hepatomegali (karaciğer büyümesi), metabolik asidoz (serumda bikarbonat ve pH'nın azalması ile görülen asidoz), lipoartrofi ve insülin direnci yapabilirler. NNRTİ’leri gastrointestinal intolerans (sindirim sistemi reaksiyonları) ve deri döküntülerine (nadiren Steven-Johnson sendromu gibi ciddi durumlara) neden olabilirler. NNRTİ’ler vücutta birçok ilacın metabolize edilmesinde rol oynayan CYP450 enzim sistemiyle metabolize edilirler ve bu durum çok sayıda ilaçla etkileşime girmelerine neden olmaktadır. Bu durum bu ilaçlarla tedavide göz önünde bulundurulmalı, ilaç etkileşimleri, bu ilaçların doz ayarlamaları ve bazı kombinasyonların kullanılmaması gerektiği hekim tarafından dikkate alınmalıdır. Pİ’ler gastrointestinal intoleransa, metabolik (hiperglisemi (kan glukoz düzeylerinin artması), hiperlipidemi (kan lipit düzeylerinin artması)) ve morfolojik düzensizliklere (lipoartrofiyi içeren lipodistrofiye (vücutta yağ dokusu dağılımı bozuklukları) neden olabilir. Pİ’ler ayrıca yeniden dağılım sendromu ve vücutta yağ birikimi santral obezite, dorsoservikal (boyun ve sırt bölgesinde) yağ birikimi (bufalo hörgücü), periferik ve fasiyal zayıflama, meme büyümesi, Cushing sendromuna benzer görünüme neden olabilir, PR ve QT intervali uzaması dahil kalp iletim bozukluklarına, ilaç kaynaklı hepatit ve nadiren ciddi hepatotoksisiteye (karaciğer toksisitesi) neden olabilirler. Pİ’lerin ayrıca uzun süreli kullanımda kemik kaybı ve osteoporoz ile ilişkili olup olmadığı araştırılmaktadır. Pİ inhibitörleri de NNTİ’lere benzer şekilde CYP450 enzim sistemiyle metabolize edilir ve bu enzim sistemi ile etkileşerek çok çeşitli ilaç etkileşimlerine neden olabilirler. Kemokin koreseptör 5 antagonisti maravirok; üst solunum yolu enfeksiyonu, öksürük, ateş, kızarıklık, döküntü, baş dönmesi, kas ve eklem ağrısı, ishal, uyku bozukluğu, serum transaminazlarda yükselme, sistemik bir alerjik reaksiyon öncesinde gelebilen hepatotoksisite, miyokardiyal iskemi (kalp kasının kanlanmasının azalması) ve enfarktüse neden olabilir. Şiddetli böbrek yetmezliğinde hipotansiyona neden olabilir. Maravirok CYP3A4 enzimi tarafından metabolize edilir ve p-glikoprotein (pgp; vücutta yabancı maddeleri dışarı pompalayan bir protein) substratıdır (vücutta enzimler gibi çeşitli yapıların etki gösterdiği maddeler), bu nedenle ilaç etkileşimlerine dikkat edilmelidir. İNSTİ’ler nispeten daha iyi tolere edilirler, baş ağrısı ve gastrointestinal (sindirim sistemi) yan etkileri en sık bildirilen yan etkileri olmakla birlikte, diğer antiretroviral ilaçlarla kombinasyonları ilave yan etkilere ve/veya ilaç etkileşimleri yönünden dikkate alınmalıdır. Mevcut veriler ışığında lipit (yağ) metabolizması üzerine etkiler PI ve efavirenze göre daha olumludur. İNSTİ’lerin nadir ciddi yan etkileri aşırı duyarlılık reaksiyonları ve rabdomiyolizdir (iskelet kaslarının yıkılması).
Sonuç olarak HIV ve bu virüse bağlı olarak oluşan ölümcül bir hastalık olan AIDS, kırk yılı aşkın süredir tanımlanmış ve bilinmekte olmakla birlikte, günümüzde hâlâ dünya üzerinde milyonlarca kişinin hayatını etkilemekte hâlâ her yıl yüzbinlerce insanın ölümüne sebep olmaktadır. Bununla birlikte HIV/AIDS konusunda özellikle eğitim yoluyla bilinçlendirme ve bunun sonucunda özellikle cinsel olarak aktif ve farklı kişilerle cinsellik yaşayan kişilerin prezervatif gibi etkin korunma yöntemlerini doğru ve düzenli olarak kullanması, kontamine iğne kullanılmaması, paylaşılmaması dahil çeşitli önlemlerle bu hastalığın bulaşması ve yayılması kontrol altında tutulabilecektir.
HIV’in tam bir tedavisi ve HIV’e karşı bir aşı hâlâ yoktur. Mevcut “antiretroviral tedaviler” HIV’den korunma amacıyla maruziyet öncesi ve sonrası kullanılabildiği gibi HIV ile enfekte olmuş kişilerde tedavi amacıyla etkili bir biçimde kullanılmaktadırlar. Ancak her ne kadar düzenli kullanım ile belirli bir sürede HIV’li kişide viral yükü azaltsalar ve tespit edilemeyecek düzeylere indirseler ve HIV taşımayan kişilere bulaştırmaya engel olsalar dahi, HIV’li kişideki virüsü tamamen yok edememektedirler ve ilaç kullanımının bırakılması veya düzeninin aksatılması durumunda HIV yeniden ve direnç kazanmış bir biçimde HIV’li kişinin vücudunda çoğalmaya devam edebilmektedir. Ve ilerleyen enfeksiyon AIDS’e dönüştükten belirli bir süre sonra kişi hayatını kaybetmektedir. Ömür boyu düzenli ilaç kullanımı ile ise kişi kronik bir hastalık taşıyan bir kişi gibi normal hayatına devam etmekte ve başka kişilere de HIV’i bulaştırmamaktadır.
Bulaşıcı ve etkin tedavi görülmemesi durumunda ölümcül bu enfeksiyöz hastalıktan “korunmanın”, gerek onun yayılmasının önlenmesi, gerekse enfekte olma durumunda antiretroviral tedaviye dünya genelinde ulaşmanın her zaman kolay olmaması açısından yaşanan tedavi zorlukları ve ulaşılması durumunda ise gerek yan etkileri, gerekse ilaç etkileşimleri gibi zorlu süreçleri kapsayabilmesi ve HIV’in tam olarak eradike edilememesi (vücuttan tamamen yok edilememesi) nedeniyle bu ilaçların ömür boyu kullanılmasının gerekmesi nedeniyle daha iyi bir durum olduğu düşüncesiyle HIV/AIDS konusunda toplumsal ve uluslararası eğitim ve bilinçlendirmenin ve etkin korunma yöntemlerinin uygulanmasının önemini bir kez daha vurgulamakta fayda görülmektedir.
1. AA. Sağlık. Resmi kayıtlara göre Türkiye'de 32 bin 376 kişi HIV ile yaşıyor. (2022). (Accessed: 01.29. 2024).
2. Australian Government Department of Health Therapeutic Goods Administration. Proposed performance requirements and risk mitigation strategies for HIV tests. (2014).
3. Aybar-Flores A, et al. Predicting the HIV/AIDS Knowledge among the Adolescent and Young Adult Population in Peru: Application of Quasi-Binomial Logistic Regression and Machine Learning Algorithms. (2023).
4. Barré-Sinoussi F, et al. Isolation of a T-lymphotropic retrovirus from a patient at risk for acquired immune deficiency syndrome (AIDS). (1983).
5. Calado M, et al. Cell-to-Cell Transmission of HIV-1 and HIV-2 from Infected Macrophages and Dendritic Cells to CD4+ T Lymphocytes. (2023).
6. Centers for Disease Control (CDC). Pneumocystis pneumonia--Los Angeles. (1981).
7. Centers for Disease Control (CDC). A cluster of Kaposi's sarcoma and Pneumocystis carinii pneumonia among homosexual male residents of Los Angeles and Orange Counties, California. (1982).
8. Centers for Disease Control and Prevention (CDC). Revised surveillance case definition for HIV infection--United States, 2014. (2014).
9. Cloyd MW. Human Retroviruses. (1996).
10. Faust L and Yaya S. The effect of HIV educational interventions on HIV-related knowledge, condom use, and HIV incidence in sub-Saharan Africa: a systematic review and meta-analysis. (2018).
11. German Advisory Committee Blood (Arbeitskreis Blut), Subgroup ‘Assessment of Pathogens Transmissible by Blood’. Human Immunodeficiency Virus (HIV). (2016).
12. Gallo RC, et al. Frequent detection and isolation of cytopathic retroviruses (HTLV-III) from patients with AIDS and at risk for AIDS. (1984).
13. Greene WC. A history of AIDS: looking back to see ahead. (2007).
14. Huynh K and Kahwaji CI. HIV Testing. (2023).
15. Kemnic TR and Gulick PG. HIV Antiretroviral Therapy. (2024).
16. Medical New Today. Articles. 323825. (Accessed: 01.24.2024)
17. National Institute of Health. HIVINFO. Understanding HIV. Fact Sheets. HIV Testing. (Accessed: 01.24.2024)
18. National Institute of Health. Health. Topics. HIV. Condition Info. Transmission. (Accessed: 01.24.2024)
19. National Institute of Health. HIV INFO. Understanding HIV. Fact-Sheets. Stages HIV Infection. (Accessed: 01.24. 2024)
20. National Institute of Health. HIV INFO. Understanding HIV. Fact-Sheets. HIV and Immunization. . (Accessed: 01.24.2024)
21. Palmisano L and Vella S. A brief history of antiretroviral therapy of HIV infection: success and challenges. (2011).
22. Popovic M, et al. Detection, isolation, and continuous production of cytopathic retroviruses (HTLV-III) from patients with AIDS and pre-AIDS. (1984).
23. Romero RA, et al. Technology-Delivered Intervention Strategies to Bolster HIV Testing. (2021).
24. Safrin S. 49. Ünite Antiviral Ajanlar. Çev.: Yıllar DO, Akkan AG, Ünlü Taşdemir F. Temel ve Klinik Farmakoloji Ed. Katzung BG. Nobel Tıp Kitabevleri. (2021). 15. Basım. S: 870-884.
25. Shaeffer S. UNESCO Section for Preventive Education The Impact of HIV/AIDS on Education a review of literature and experience. (1994).
26. Sharp PM and Hahn BH. Origins of HIV and the AIDS pandemic. (2011).
27. Sili U. Ünite 14.14. Antiretroviral İlaçlar. Güncel Farmakoloji Fizyoloji Temelinde Hasta Odaklı Yaklaşım. Eds. Şener G, Gören MZ, Okuyan B, Çağlayan Yeğen B. Güneş Tıp Kitapevleri, İstanbul (2022). S: 758-764.
28. Tseng A, et al. The evolution of three decades of antiretroviral therapy: challenges, triumphs and the promise of the future. (2015).
29. UNAIDS. Media Asset. UNAIDS. Fact-Sheet. (Accessed: 01.24.2024)
30. UNAIDS. Resources. Fact-Sheet.
31. Vidya Vijayan KK, et al. Pathophysiology of CD4+ T-Cell Depletion in HIV-1 and HIV-2 Infections. (2017).
32. Vogel M, et al. The treatment of patients with HIV. (2010).
33. Weinberg JL and Kovarik CL. The WHO Clinical Staging System for HIV/AIDS. (2010).
34. WHO. Data. Themes. HIV-AIDS. s (Accessed: 01.24.2024)
35. World Health Organisation (WHO). Consolidated Guidelines on the Use of Antiretroviral Drugs for Treating and Preventing HIV Infection: Recommendations for a Public Health Approach. ANNEX 10, WHO clinical staging of HIV disease in adults, adolescents and children. (2016).
36. Yaylali E, et al. Modeling the future of HIV in Turkey: Cost-effectiveness analysis of improving testing and diagnosis. (2023).