
Şu anda PubMed’de 20.000’e yaklaşan bilimsel yayına konu olmuş bir bileşikten bahsediyoruz. Uzun yaşamla ilişkilendirilmesi nedeniyle popülerliği artan bu molekülün keşfi aslında 1939 yılında Japon kimyager Takaoka’ya uzanıyor. Ancak asıl parlaması, 1980’lerde tanımlanan “Fransız Paradoksu” sayesinde gerçekleşiyor.
Araştırmacılar, Fransızların yüksek miktarda et tüketmesine rağmen kalp-damar hastalıklarına daha az yakalandıklarını fark ediyor. Bu durumun nedenini araştırdıklarında, Fransızların sofralarından eksik etmediği kırmızı şarapta bulunan resveratrol adlı polifenolik bileşiğe odaklanıyorlar. Kırmızı şarap sayesinde resveratrolün koruyucu etkisi gündeme geliyor ve
“resveratrol-uzun yaşam” ikilisi sahneye çıkıyor.
Ancak burada büyük bir sorun ortaya çıkıyor:
Kırmızı şarap, üzüm kabuğu, üzüm çekirdeği, dut ve yer fıstığı gibi doğal kaynaklarda resveratrol miktarı çok düşük. Bazı kaynaklarda bu oran nanogram düzeyinde bildiriliyor. Dolayısıyla bilim insanları, günde 200 mg gibi standart ve terapötik dozlara ulaşmak için ölçeklenebilir bir resveratrol kaynağı arayışına giriyorlar.
Ve tam bu noktada devreye Polygonum cuspidatum giriyor.
Bu bitkinin kuru kök ağırlığının %3-5’i resveratrolden oluşuyor ki bu oran, kırmızı üzüm kabuğuna kıyasla tam 1000 kat daha yüksek. Araştırmalar neticesinde, bu bitki resveratrol üretimi için endüstriyel ölçekte en uygun kaynak olarak belirleniyor. ABD ve AB’de 2000’li yıllardan itibaren bu bitki, resveratrol üretimi için "altın standart" kaynak olarak kabul ediliyor. Türkiye’de halk arasında madımakgiller arasında sayılan ve yaygın yetiştirilebilen bu tür, bugün global takviye ve farmasötik ürünlerin temel bileşen kaynağıdır.
🔗 Örnek bir ürün incelemek isterseniz: Resveratrol Kaynağına Bakın
Gerçek şu ki:
Bugün piyasadaki hiçbir resveratrol ürünü artık üzümden elde edilmiyor. Kaynağı net: Polygonum cuspidatum. Çünkü bu bitki 30.000-50.000 mg/kg gibi inanılmaz yüksek bir oranla resveratrol içeriyor. Kırmızı üzüm kabuğu ise yalnızca 30-50 mg/kg.
İşte bu yüzden endüstriyel bilim beni büyülüyor. Çünkü herkes gözünü geleneksel kaynaklara dikerken, bu alan bambaşka bir gerçekliği ortaya koyuyor. Sorgulayan ve derine inen herkese kapısını açıyor.