Yaşlanma, insan organizmasında tüm yaşam boyunca gözlenen değişiklikleri kapsayan karmaşık bir işlemdir. Yaşlanmanın nedeni ve yaşlanma hızını belirleyen faktörler konusunda kesin bilgiler olmamakla birlikte, değişik teoriler vardır:
Genetik teori (İntrensek yaşlanma)
Çevre faktörleri teorisi (Ekstrensek yaşlanma)
Genetik teoriye göre yaşlanma da diğer birçok özelliğimiz gibi programlı bir özellik olup, her birimiz için farklı olacak şekilde genlerimize hassas bir şekilde işlenmiştir. Tek tek hücrelere veya bütün sistemin yönetildiği beyin gibi bir merkeze işlenen bir biyolojik programa bağlı olabileceği düşünülmektedir. Genetik yaşlanmada ırklara göre de farklılıklar olduğu bildirilmiştir. Dış kökenli yaşlanma teorisinde ise UV, sigara, aşırı alkol, kötü beslenme, sürekli yıpranma, serbest radikaller, atıkların birikmesi vb. olayların genler ve proteinlerimiz üzerinde yaptığı hasarların etkili olduğu düşünülmektedir. Geçerli olan yaşlanma teorilerine baktığımızda her iki kökenin de etkili olduğunu ve varsayımların da karmaşık neden-sonuç ilişkileriyle birbirlerine bağlı olduğunu görüyoruz. Olasılıkla mekanizmalardan birçoğu bir arada etki ederek önce moleküler, sonra hücresel ve sonra da organlar düzeyinde bozulmalara ve hasara neden olarak yaşlanmayı başlatmakta ve sürdürmektedirler.
Yaşlanma teorileri:
- Hücre döngüsü teorisi Oksidasyon-redüksiyon teorisi Mutasyon teorisi Serbest radikal teorisi
- Hücre döngüsü teorisi
- Oksidasyon-redüksiyon teorisi
- Mutasyon teorisi
- Serbest radikal teorisi
Deri, özellikle dış etkenlerle temas yüzünden yaşlanmaya daha yatkın bir dokudur. Dış etkenler arasında, ultraviyole ışınlar, sigara dumanı, otomobil egzozu ve endüstriyel atıklar sayılabilir. Hücresel DNA, sürekli olarak, içten ve dıştan hasara uğratılmaktadır. Bu hasar yalnızca genomik DNA için değil, aynı zamanda mitokondriyal DNA için de geçerlidir. Hücredeki serbest oksijen radikallerinin çoğu da mitokondride üretildiğinden, yaşlanma ile beraber mitokondriyal mutasyonlar daha sık görülmektedir. Dolayısıyla, metabolizması daha hızlı olan dokularda mitokondriyal hasarın daha erken görülebileceği varsayılabilir. Genomik ve mitokondriyal DNA’da biriken hasar, hücrelerin erken yaşlanmasında önemli rol oynar. Gama ve ultraviyole ışınlarına maruziyetin ardından, hücrelerde kendiliğinden DNA hasarında artış ve DNA onarımında azalma olmaktadır. DNA hasarının yanı sıra, yaşlanma işlemi protein hasarını da içermektedir. Proteindeki D-aminoasitlerin L-aminoasitlere dönüşümü protein fonksiyonunu ileri derecede etkilemektedir. Yaşlanma işlemi ile birlikte, şeker aldehitleri proteinlerdeki aminoasitlerle birleşip kahverengi renk dönüşümüne ve fonksiyon kaybına yol açar. Bu işlem, dermal kolajen başta olmak üzere ekstraselüler matriks proteinlerini etkiler. Güneş ışığına maruz kalmış deride yaşlanmaya bağlı ilk değişiklikler; kuruluk, kabalaşma, gevşeklik ve iyi huylu neoplazilerin görülmesidir.
Sigara içmek özellikle kadınlarda deri yaşlanmasını hızlandırmaktadır. Sigara içen kişilerde deride kırışıklıklar belirgindir. Ayrıca, grimsi bir renk oluşumu da dikkat çeker. Derideki farklılıklarla içilen sigaranın birikmiş toplamı arasında korelasyon mevcuttur. Sigara, deri kanserinin sıklığını da arttırmaktadır.
Deri yaşlanmasından korunmada en önemli preparatlar güneşten koruyucu ve antioksidan özelliklere sahip olanlardır. Severek içtiğimiz milli içeceğimiz olan çayda bulunan kateşinler her iki özelliğe de sahip olarak deri yaşlanması için kullanılabilecek iyi birer maddedirler.
Kateşinlerin antiinflamatuar, yaşlanmayı geciktirici ve yara iyileştirici özellikleri de keşfedilmiştir. Çalışmalardan elde edilen kanıtlar kateşinlerin yalnızca epidermiste antioksidan olarak görev yapan bir grup reaktif oksijen türleri (ROT) yakalayıcısı olmadığı farklı gen gruplarının ve sinyal yolaklarının modülatörleri olarak da görev yaptığını göstermektedir. Topikal olarak uygulandığında yeşil çay polifenollerinin inflamasyon, ornitin dekarboksilaz aktivitesi, hiperplazi ve hidrojen peroksidaz üretimini azaltması, bu maddelerin hem antioksidan hem de enzimatik aktivitelerin düzenleyicisi olarak görev yaptığını düşündürmüştür.
Yeşil çay polifenolleri, ROT ile etkileşerek hızla metabolize olabilirler, böylece ROT’lara karşı in vivo ilk savunma hattını oluştururlar. Aynı zamanda, özellikle hidrojen peroksidaz olmak üzere serbest radikallere karşı ikinci savunma hattını oluşturan nitrik oksit sentaz, lipooksijenaz, siklooksijenaz ve ksantin oksidaz gibi pro-oksidan enzimleri de inhibe ederler. Hayvan çalışmaları ile karşılaştırıldığında insan derisinde yeşil çay polifenollerinin etkisini değerlendiren çalışma sayısı çok azdır. Bir çay polifenolü olan epigallokateşin gallat (EGCG) farelerde dermal bariyeri etkili bir şekilde aşarken, insanlarda bu bariyeri geçemez.
Kateşinlerin koruyucu etkileri üzerine bir çalışma ile antioksidan etkilerinin ve serbest radikallere karşı antikarsinojenik potansiyelinden sorumlu olabileceği gündeme gelmiştir. Daha sonraları kimyasal olarak indüklenmis bir deri kanseri modelinde EGCG’nin çok güçlü antikarsinojen aktivitesinin olduğu bulunmuştur. EGCG, 3H-işaretli polisiklik aromatik hidrokarbonların epidermal DNA’ya bağlanmasını anlamlı oranda inhibe etmiştir. Farelerin önceden EGCG ile topikal olarak muamele edilmeleri bir DMBA tümör indükleme modelinde fare başına düşen tümör boyutunda ve sayısında anlamlı azalmalar sağlamıştır. İki yıl sonra kateşinleri koruyucu ajan olarak kullanan ilk UVB ışını tarafından indüklenen fotokarsinogenez çalışması Mukhtar ve arkadaşları tarafından yayınlanmıştır. Dişi SKH–1 tüysüz fareleri %0,1 yeşil çay polifenolleri ile beslenmiş veya kateşinler topikal olarak uygulanıp sonra fareler UVB ışınına maruz bırakılmışlardır. Her iki uygulama da UVB’ye karşı foto koruma sağlamıştır.
Bir insan biyopsi çalışmasında UV ışınına 2 dakikalık maruziyetten önce yeşil çay ekstreleri ve polifenoller 30 dakika süreyle topikal olarak uygulanmış ve deri örnekleri immünohistokimyasal olarak incelenmiştir. Bu ajanların topikal olarak uygulanması, UV ışını ile indüklenen eritem yanıtını doza bağımlı olarak baskılamıştır. Yeşil çay ekstreleri güneş yanığı hücrelerini ve DNA hasarını azaltmıştır.
UVB maruziyetinden önce 3 mg/2.5 cm² dozunda EGCG uygulandığında, UVB ile indüklenen eritem ve lökosit infiltrasyonu azalmıştır. Bu nedenle kateşinler insanlarda güneşin etkilerinin önlenmesinde kullanılabilir.
İnsanlar da dahil çok sayıda in vitro ve in vivo modelin kullanıldığı bir çalışmada 0.2 mg/cm² yeşil çay ekstresinin 30 dakika topikal uygulanması ile psoralen ve UVA uygulaması (PUVA) ile indüklenen eritemin neredeyse tamamen baskılandığını bulunmuştur; aynı ekstre PUVA’nın neden olduğu DNA hasarını da baskılamıştır; bu bulgular yeşil çay polifenollerinin epidermal keratinositleri PUVA tedavisinin indüklediği karsinogenezden koruduğunu düşündürmüştür.
Gönüllülerde %10, %5, %2.5 ve %0.5 oranında hazırlanan yeşil çay ekstreleri UVB ve UVA radyasyonundan önce deriye uygulanarak koruyucu etkileri araştırılmıştır. Bu etki klinik olarak eritem, histolojik olarak da güneş yanığı hücre sayısı ve Langerhans hücre sayısı ile değerlendirilmiştir. UV temasından hemen önce sürülen yeşil çay ekstreleri en belirgin koruyuculuğu oluşturmuştur. UV’den 4 saat önce sürülen yeşil çay ekstrelerinin bile koruyucu özelliği gösterilmiştir. UV radyasyonuyla hasarlanan Langerhans hücrelerinin fonksiyonlarının da %58 oranında düzeldiği gösterilmiştir.
2011 yılında yayınlanan bir makalede 60 kadın gönüllüye 12 hafta boyunca her gün 1402 mg yeşil çay kateşinleri içirmiş, solar simülatörle uyguladıkları UV radyasyonundan koruyucu etkileri dışında ciltteki kanlanmanın arttığını ve görüntüsünün yüzey özelliklerinin daha iyi hale geldiğini rapor etmişlerdir.
Yeşil çayın dışında oral ve topikal olarak kullanılan siyah çayın da güneşten korunmada önemli rolü olduğu saptanmıştır. Yapılan bir çalışmada siyah çay ekstrelerinin keratinosit kültürlerinde insan ve hayvan modellerinde, UVB'nin indüklediği kanser oluşumu ile birlikte görülen eritem ve deri kıvrımı kalınlığını azalttığı tespit edilmiştir.
Marmara Üniversitesi’nde yaptığımız çalışmada siyah jelinin yapay UV kaynağının oluşturduğu eriteme karşı koruyuculuğu jel formülasyonlarla gösterilmiştir. Yapılan çalışmalarla siyah ve yeşil çaydan elde edilen jellerin in vivo ve in vitro testlerle UV koruma etkinlikleri gösterilmiş ve stabilite çalışmaları ile in vitro toksikolojik testleri yapılmıştır. Her iki çay jelinin de benzer şekilde UV koruma potansiyeline sahip olması yeşil çayda daha çok bulunan EGCG ve sadece siyah çayda bulunan teaflavinden kaynaklandığını düşündürmüştür. UV koruyucu özelliği bilinen kafeinin tek başına bu koruma için yeterli olmadığı, UV korumasından polifenollerin etkili olduğu gösterilmiştir.
Deri yaşlanmasında siyah ve yeşil çaylardan hazırlanan kozmetik ve nutrasötik ürünlerin ayrıca antioksidan, antikanser, antiinflamatuvar, yara iyileştirici potansiyelleri de bulunmaktadır.
Genetik teoriye göre yaşlanma da diğer birçok özelliğimiz gibi programlı bir özellik olup, her birimiz için farklı olacak şekilde genlerimize hassas bir şekilde işlenmiştir. Tek tek hücrelere veya bütün sistemin yönetildiği beyin gibi bir merkeze işlenen bir biyolojik programa bağlı olabileceği düşünülmektedir. Genetik yaşlanmada ırklara göre de farklılıklar olduğu bildirilmiştir. Dış kökenli yaşlanma teorisinde ise UV, sigara, aşırı alkol, kötü beslenme, sürekli yıpranma, serbest radikaller, atıkların birikmesi, vb. olayların genler ve proteinlerimiz üzerinde yaptığı hasarların etkili olduğu düşünülmektedir. Hem yeşil hem de siyah çayda bulunan kateşinlerin antiinflamatuar, yaşlanmayı geciktirici ve yara iyileştirici özellikleri de keşfedilmiştir. Çalışmalardan elde edilen kanıtlar kateşinlerin yalnızca epidermiste antioksidan olarak görev yapan bir grup reaktif oksijen türleri (ROT) yakalayıcısı olmadığı farklı gen gruplarının ve sinyal yolaklarının modülatörleri olarak da görev yaptığını göstermektedir. Topikal olarak uygulandığında yeşil çay polifenollerinin inflamasyon, ornitin dekarboksilaz aktivitesi, hiperplazi ve hidrojen peroksidaz üretimini azaltması, bu maddelerin hem antioksidan hem de enzimatik aktivitelerin düzenleyicisi olarak görev yaptığını düşündürmüştür. Deri yaşlanmasında siyah ve yeşil çaylardan hazırlanan kozmetik ve nutrasötik ürünlerin ayrıca antioksidan, antikanser antiinflamatuvar, yara iyileştirici potansiyelleri de bulunmaktadır.
1. Afaq F, Ahmad N, and Mukhtar H, Suppression of UVB-induced phosphorylation of mitogen-activated protein kinases and nuclear factor kappa B by green tea polyphenol in SKH-1 hairless mice. (2003).
2. Afaq F, Katiyar SK, Polyphenols: skin photoprotection and inhibition of photocarcinogenesis. (2011).
3. Agarwal R, et al., Inhibition of skin tumor promoter-caused induction of epidermal ornithine decarboxylase in SENCAR mice by polyphenolic fraction isolated from green tea and its individual epicatechin derivatives. (1992).
4. Ahmad N and Mukhtar H, Cutaneous photochemoprotection by green tea: a brief review. (2001).
5. Allı N, Deri yaşlanmasında hücresel ve moleküler mekanizmalar. (1998).
6. Dönderici L, Taşpınar A, Deri yaşlanması. (1994).
7. Ertuğrul HM, Deri yaşlanması. (2013).
8. Gedik G., Uğurlu T., A preliminary screening study with dermal tea formulations against 311 nm ultraviolet B radiation. (2022).
9. Hadshiew IM, Eller MS, and Gilchrest BA, Skin aging and photoaging: the role of DNA damage and repair. (2000).
10. Heinrich U, et al., Green tea polyphenols provide photoprotection, increase microcirculation, and modulate skin properties of women. (2011).
11. Hsu S, Green tea and the skin. (2005).
12. Hsu S, et al., Green tea polyphenols induce differentiation and proliferation in epidermal keratinocytes. (2003).
13. Kosmadaki MG and Gilchrest BA, The role of telomeres in skin aging/photoaging. (2004).
14. Oğuz O, Yaşlılık ve deri. (2002).
15. Türkoğlu M, et al., In vivo evaluation of black and green tea dermal products against UV radiation. (2010).
16. Tüzün Y, Dolar N, Fotoyaşlanma ve kronolojik yaşlanma arasındaki farklar. (2005).
17. Wulf HC, et al., Skin aging and natural photoprotection. (2004).
18. Yetkin H, Ceyhan AM, and Yıldırım M, Deri yaşlanması ve tedavisi. (2009).