Mikroorganizmalarla doğumdan itibaren temas halinde olan insan vücuduna çok sayıda mikroorganizma ile geçici veya kalıcı şekilde yerleşir. Bu süreçte, mikroorganizmalarla bağışıklık sistemi tarafından bir tehlike olarak algılanabilir ve enfeksiyon yanıtı oluşturabilir. Oluşan enfeksiyon yanıtı hücre ve dokulara zarar verebilir, hastalık ile sonuçlanabilir. Bağışıklık sistemi; mikroorganizmaların dokulara yerleşmesini veya enfeksiyon yanıtını önlemeye ve gelişen hastalık halini iyileştirmeye çalışır. Enfeksiyonu takiben hastalığın ortaya çıkmasında, kişinin biyolojik özellikleri kadar davranışsal etkisi de çok büyüktür. Adetler, gelenek ve görenekler kişilerin davranışlarını etkiler, bu durum aynı zamanda enfeksiyon bulaşında önemli rol oynar. Çiğ et ve çiğ süt tüketme, seyrek banyo yapma gibi davranışsal özellikler bulaşıcı hastalıklara yatkınlığa neden olabilmektedir. El yıkama alışkanlığının az olduğu yerlerde solunum yolu enfeksiyonları ve dışkıyla temas yoluyla bulaşan hastalıklar yaygın görülmektedir. Mikroorganizma bulaşına maruz kalmış parmakların burna veya göze teması, tokalaşma, öpme gibi yakın kişisel temas maruziyet süresini artırmakta ve mikroorganizmanın hızla yayılmasına neden olmaktadır. Enfeksiyon hastalıkları çoğunlukla halk sağlığını ilgilendiren ve acil önlemlerin alınmasını gerektiren bir durum oluşturur. Enfeksiyon hastası olan bir kişi aynı zamanda toplumun diğer bireyleri için risk faktörü̈ haline gelebilmektedir. Enfeksiyon hastalıkları, insanlığın tarihi boyunca karşılaştığı en karmaşık ve değişken sağlık sorunları arasında yer alır. Buna en iyi örnek dünya genelinde sadece bir sağlık krizi olmakla kalmayan; toplumların direncinin, dayanışmasının ve bilimsel ilerlemenin sınırlarını zorlayan Covid-19’dur.
Enfeksiyon hastalıkların sınıflandırılması, mikroorganizmanın türüne, meydana getirdiği belirtilere ve hastalığın seyrine göre değişebilir ki bu sınıflandırma, tedavi veya hastalığı önlemede de önemli bir role sahiptir. Enfeksiyonların türleri; hastalığa neden olan mikroorganizmalara göre; bakteriyel enfeksiyonlar, viral enfeksiyonlar, mantar enfeksiyonları veya parazit enfeksiyonları olarak; meydana geldiği bölgeye göre solunum yolu enfeksiyonları, üriner sistem enfeksiyonları, deri enfeksiyonları, sindirim sistemi enfeksiyonları vb. şekillerde gruplandırılabilir. Yayılım türüne göre hava yoluyla, temasla, sular aracılığıyla veya cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar; hastalık sürelerine göre ise akut (kısa süreli) veya kronik (uzun süreli) olarak sınıflandırmak mümkündür. Enfeksiyon hastalıklarının tanı ve tedavisinde etkenin belirlenmesi kritiktir ve antimikrobiyal ajanlar, etken tanımlandıktan sonra spesifik tedavide kullanılır. Ancak unutulmamalıdır ki; özellikle antibiyotiklerin akılcı olmayan kullanımı gibi davranışlar sebebiyle antimikrobiyal direnç günümüzde ciddi bir sorun haline gelmiştir.
Gelişmiş hijyen, aşılama ve antibiyotik kullanımı nedeniyle enfeksiyon hastalıklarının görülme sıklığı son yıllarda önemli ölçüde azalmıştır. Bununla birlikte, gelişmekte olan dünyada, ölümlerin yaklaşık üçte biri hala enfeksiyon hastalıkları ile ilişkilidir. Ancak, bazı enfeksiyonlar, kitlesel göçler gibi nedenlerle gelişmiş toplumlarda da halk sağlığını tehdit etmeye devam etmekte, düşük gelirli ülkelerde önde gelen ölüm nedeni olmakta ve bebekler, yaşlılar gibi savunmasız gruplar için büyük bir risk olmaya devam etmektedir. Üst solunum yolu enfeksiyonları, bireylerin tıbbi bakım için başvurduğu en yaygın hastalıktır ve yaşlılarda hem grip hem de zatüre hala yaygın bir ölüm nedenidir. Bu nedenle bağışıklama önlemlerinin güçlendirilmesi, hayati bir önem taşımaya devam etmektedir.
Bağışıklama enfeksiyonlardan korunmada önemli bir strateji olarak ortaya çıkar. Aktif veya pasif olarak iki tür bağışıklama mevcuttur. Aktif bağışıklama aşılar aracılığıyla vücudun bağışıklık sistemini uyarırken, pasif bağışıklama hazır antikorlarla geçici koruma sağlar. Günümüzde mevcut olan etkili ve güvenli aşılar sayesinde pek çok ciddi enfeksiyona karşı koruma sağlanabilmektedir. Bağışıklık sistemi, enfeksiyonların duyarlılığında, kalıcılığında ve temizlenmesinde önemli bir rol oynar. Bağışıklık hücrelerinin %70-80'i bağırsakta mevcut olduğundan, bağırsak mikrobiyotası, bağırsak epitel tabakası ve mukozal bağışıklık sistemi arasında karmaşık bir etkileşim vardır. Bağırsaktaki lokal mukozal bağışıklık tepkilerine ek olarak, bağırsak mikrobiyomunun (mikrobiyotanın içinde bulundurduğu genetik materyal) sistemik bağışıklığı da etkilediği giderek daha fazla kabul edilmektedir.
Mikrobiyota bağırsak yüzeyinde yaşayan mikroorganizmaların tümüne denir. Bağırsak mikrobiyotası bağışıklık tepkilerini düzenler ve patojenlere karşı direnç sağlar. Mikrobiyotanın bileşiminin çeşitli faktörlerden etkilendiği ve antibiyotik kullanımı gibi etkenlerin mikrobiyota yapısını bozarak zararlı mikroorganizmalara yer açabildiği bilinmektedir. Bağırsak duvarı enfeksiyonlardan korunmada önemli bir rol oynar. Bu bariyer bakteriyel yayılıma karşı ilk savunma mekanizmasıdır. Ek olarak, bu bariyer mukus astarıyla güçlendirilmiştir ve antimikrobiyal moleküller için bir rezervuar görevi gördüğü belirtilmektedir. Bağırsak mikrobiyotası ile bağırsak epiteli arasındaki etkileşim sürekli bir bağışıklık sinyaline yol açar ve bu sinyalin düzenlenmesinin bağırsak homeostazı (iç dengesi) için önemlidir. İşleyen bu sistemin bozulması durumunda enfeksiyon riski artabilmektedir. Mikrobiyotanın bağışıklık tepkisini etkilemesinin bir başka yolu da, diyet bileşenleri veya mikrobiyal metabolitlerin (son ürün) oluşumu şeklindedir. Bu metabolitler, bağırsak homeostazını destekleyen özelliklere sahiptir. Örneğin, kısa zincirli yağ asitleri ve triptofan; antimikrobiyal bileşenlerin ve mukusun üretimini artırarak bağışıklık sistemine destek olur. Bu metabolitlerin azalması veya kaybı bağırsak homeostazında dengesizliklere ve enfeksiyonlara duyarlılığın artmasına neden olabilir. Bu nedenle, bağırsak mikrobiyotası, mikrobiyal ürünler ve konak faktörleri arasındaki hassas denge, bağışıklık sisteminin optimal işleyişini ve bağırsak sağlığını etkileyen önemli bir faktördür. Sağlıksız beslenmenin, bağırsak mikrobiyotasına olan olumsuz etkileri sebebiyle enfeksiyon riskinin artmasıyla ilişkilendirildiği ve bulaşıcı olmayan bazı hastalıkların gelişimini doğrudan etkileyebildiği belirtiliyor.
Sağlıklı bir bağışıklık sistemi için beslenme büyük önem taşır. Yeterli ve dengeli beslenme, bağışıklık sisteminin sağlıklı işleyişi için gereklidir. Besinler, bağışıklık yanıtlarını destekleyen faktörler içerir. Doğru beslenme, kronik hastalıkların riskini azaltabilir ve bağışıklık hücrelerinin etkinliğini artırabilir. Özellikle, beslenmenin çocuklarda enfeksiyon hastalıkları riskini etkilediği ve beslenme yetersizliğine sebep olduğu, bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu bilinmektedir. Beslenme durumundaki eksiklikler, bağışıklık hücrelerinin işlevini azaltabilir ve enfeksiyonlara karşı hassasiyeti artırabilir. Öte yandan, bazı vitamin ve minerallerin yeterli alınmasının enfeksiyonlardan korunmada, bağışıklık yanıtının oluşmasında önemlidir. Özellikle anne sütünün yararlı bileşimi bebeğin bağışıklık sistemini geliştirerek geçireceği enfeksiyonlara bağışıklık yanıtının şiddetini ve süresini azaltabilir. Tüm besin ögeleri açısından yeterli ve dengeli bir beslenme modeli, enfeksiyonlardan korunmada ve enfeksiyon hastalığı sırasındaki bağışıklık yanıtında önemli bir rol üstlenir. Öte yandan modern yaşam tarzının getirdiği değişiklikler, enfeksiyon şiddetini ve hastalıklara yakalanma riskini artırabilir. Bağışıklık sistemini güçlendirici özelliği olan A ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerden zengin meyve ve sebzelerin tüketimi önemlidir. E vitamini de bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde etkilidir. Bağışıklık sisteminde D vitamini de önemli rol oynamaktadır. Vücut ısısını dengelenmesinde bol sıvı alımı gerekmektedir. Aşırı beslenme, aşırı vücut yağı birikimine ve obeziteye neden olabilir ve bu da bağışıklığın bozulmasından köken alan kronik enflamatuvar durumlara katkıda bulunabilir. Besin alımını optimize etme çabalarına öncelik vermek, hastalık yükünü azaltmak ve hastalığı iyileştirmek için iyi bir yaklaşımdır.
Karbonhidratlar, sağlıklı bir diyetin büyük bir kısmını oluşturur. Düşük glisemik indeksli karbonhidrat türleri bağışıklık sistemini destekleyebilir. Enfeksiyon sırasında artan vücut sıcaklığının her bir 1°C için enerji ihtiyacının da %10 kadar arttığı bilinmektedir. Karbonhidratlar enerji ihtiyacının karşılanmasına destek olur. Bunun yanında mikrobiyota sağlığına katkılarından dolayı diyette posa içeriği yüksek olan tam tahıllar ve bunların ürünleri gibi karbonhidrat kaynaklarına daha fazla yer verirken basit şeker tüketimi ve ilave şekerlerin azaltılması kısıtlanmalıdır. Proteinler vücuttaki temel yapı taşı olan amino asitlerden oluşmaktadır. Bu amino asitler, tokluk hissi, enerji metabolizması, kemik sağlığı ve bağışıklık fonksiyonu için gereklidir. Sağlıklı bir yetişkinin günlük protein ihtiyacı 0,8 g/kg/gün'dür ve düşük protein alımının yağsız vücut kütlesi, kas fonksiyonu ile bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkileri olabilmektedir. Bağışıklık sistemini destekleyen ve uyarıcı etkilere sahip hücrelerin yapımı için proteinler gereklidir. Proteinlerden laktoferrin doğuştan gelen bağışıklığı desteklediği ve enfeksiyonlara karşı birincil savunma mekanizması olarak kabul edilmektedir ve T hücrelerini olgunlaştırarak ve reaktif oksijen türlerini temizleyerek etki gösterir. Whey proteini, yüksek kaliteli protein içerir ve bağışıklık hücrelerini uyararak bağışıklığı arttırır. Bu sebeple protein dengesini hastalık esnasında sağlayabilmek kritiktir. Farklı diyet yağı türlerinin enfeksiyonu azaltıcı veya artırıcı etkileri olabilmektedir. Araşidonik asit, eikosapentaenoik asit (EPA) ve diğer yağ asitlerinin vücutta farklı etkiler gösterdiği, özellikle araşidonik asidin enfeksiyon yanıtını artırıcı etkilere sahip olduğu ve diğer yağ asitlerinin enfeksiyonu azaltıcı etkilere sahip olduğu bilinmektedir. Doymuş yağ asitlerinin bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkileri olduğu, yüksek yağlı diyetlerin bağırsak ilişkili bağışıklık yanıtını olumsuz etkilediği bilinmektedir. Omega-3 yağ asitleri, bağışıklık yanıtını olumlu etkiler, enfeksiyon durumunu zayıflatır ve bağışıklık direnci kazandırmaktadır. Bağışıklık sistemini geliştirmek için omega-3 kaynağı yağlı balık tüketiminin arttırılması doğru bir strateji olabilir.
Bağışıklık sisteminin doğru işleyişi için C ve D vitaminleri ile çinko gibi mikro besin ögelerinin yeterli alımı önemlidir. Mikro besin ögeleri birbirleriyle etkileşim içindedir ve tek bir besin maddesinin eksikliği bile bağışıklık sistemini olumsuz etkileyebilmektedir. Bu mikro besinlerin diyetle alınmasının yanında takviye olarak alınması da bağışıklık sistemi üzerinde etkili olabilir. Özellikle D vitamini ve çinko gibi besinlerin takviye olarak alınması bağışıklık fonksiyonunu düzenleyebilir. A vitaminin aktif formu olan retinoik asit, enfeksiyon yanıtını arttıran hücrelerin baskılanması ve antikor üretimi ile özellikle viral enfeksiyonlara karşı koruyucu IgA antijenlerinin seviyelerini artırmaktadır. A vitamini eksikliğinde T ve B bağışıklık hücrelerinin hareketlerinde bozulmalar meydana gelmektedir. D vitamini, güneş ışığı ile temas sonucu deride üretilen, yağda çözünen bir vitamindir. Otuzdan fazla dokuda D vitamini reseptörleri bulunmaktadır ve immün fonksiyonların, hücre çoğalmasının ve farklılaşmasının düzenlenmesinde rol oynar. Enfeksiyon artışına sebep olan hücrelerin artışını baskılar. Sağlıklı bireylerde serum D vitamini düzeylerinin optimal aralıkta tutulmaya çalışılmasına özen gösterilmelidir. Serum D vitamini takiplerinin rutin tetkikler arasına alınması önerilmelidir. E vitamini, tüm hücrelerin hücre zarında bulunan, yağda çözünen antioksidan bir vitamindir. E vitamini, radikal temizleyici faaliyet göstermektedir. Bağışıklık hücreleri de yüksek miktarda E vitamini içermekte, bu durum onları yüksek metabolik aktiviteye bağlı oksidatif hasardan korumaktadır. E vitamini özellikle T hücreleri işlevini korumaktadır. Yapılan çalışmalar, E vitaminin enfeksiyonlar üzerinde etkili olduğunu ifade etmektedir. Demir oksijeni akciğerlerden hücrelere taşır, alyuvarların yapımında, lökosit üretiminde, çeşitli enzimlerin üretiminde ve bağışıklık sisteminde rol alır. Demir eksikliği durumunda başta anemi olmak üzere bağışıklık sisteminin fonksiyonları bozulur. Yeterli demir seviyesinin bulunması, T lenfositlerinin farklılaşması ve çoğalması ile patojenleri öldürme etkileri olmak üzere bağışıklık fonksiyonları için önemlidir. Enfeksiyon varlığında patojenler, demiri kullanarak artmaya başlar ve bağışıklık sistemine zarar verebilir. Bu nedenle, demir homeostazının sürekli bir şekilde kontrol altında tutulması gerekmektedir. Enfeksiyon durumunda demir takviyesi çok uygun olmayan bir stratejidir. Beslenmede çeşitli organ etleri, kırmızı et, kuru baklagiller, yağlı tohumlar, yeşil yapraklı sebzeler ve zenginleştirilmiş̧ kahvaltılık tahıllar demirden zengin kaynaklardır. Ancak demirin emilimi dikkate alındığında en zengin kaynak kırmızı ettir. Çinko, bağışıklık hücrelerinin gelişmesi ve işlevlerini devam ettirebilmesi için önemlidir. Çinko, bağışıklık sistemi üzerinde daha çok T lenfositleri üzerine etkilidir. Ayrıca çinko, nötrofiller ve doğal öldürücü hücrelerin çalışması ve gelişmesi için gerekli bir mineral olup bu yolla doğuştan gelen bağışıklık hücrelerinin gelişimi ve işlevlerini devam ettirebilmesi için de gereklidir. Normal fizyolojik koşullarda her hücre çinko dengesini korur ve kontrol altında tutar. Ancak olası eksiklikte alerjiler, enfeksiyonlar ve otoimmün hastalıklar ortaya çıkabilir. Sonuç olarak tüm mikro besinler ve makro besinler açısından yeterli bir beslenme doğru bir bağışıklık yanıtı sağlar.
Enfeksiyonun vücutta oluşturduğu yanıtlardan biri artan vücut ısısıdır. Isıyı dengede tutabilmek için bol sıvı tüketimi gereklidir. Yeterli sıvı alımı vücutta oluşan zararlı ögelerin atılmasında, fonksiyonların devamlılığının sağlanmasında ve vücutta pek çok biyokimyasal reaksiyonun gerçekleşmesinde son derece önemlidir. Bu nedenle, her gün 2-2,5 litre sadece su içilmelidir. Bitki çayları, çay gibi içecekler toplam sıvı alımına dahil edilmemelidir. Bu içeceklerin vücutta su kaybına neden olduğu unutulmamalıdır (diüretik etki).
Anne sütü en güvenli ve temiz besin kaynağı olup enfeksiyonlardan koruyucu antikorlar içermektedir. Yaşamın ilk aylarında tek enerji ve besin kaynağı olan anne sütü dinamiktir. Doğumdan sonra ilk günlerde salgılanan süt olan kolostrum, bebek için zengin bir besin kaynağı olması yanı sıra içerdiği yüksek oranda immunglobülinler (Ig) ile enfeksiyonlara karşı koruyucudur. Anne sütünde bulunan laktoferrin geniş̧ antimikrobiyal ve antiviral etkiye sahiptir ve bağışıklık sistemini düzenleyici bir protein olarak görülmektedir. Anne sütünde bulunan laktoperoksidaz da antimikrobiyal aktivite göstermektedir. Anne sütü proteinlerinin %40’ını kazein oluşturmaktadır. Kazeinin midede doğal bağışıklık etkisi mevcuttur. Kompleks karbonhidrat yapıları olan oligosakkaritlerin antipatojenik, bağışıklık düzenleyici, anti-inflamatuvar ve prebiyotik etkili oldukları bildirilmektedir. Anne sütü canlı bir sıvıdır, içerisinde makrofajlar, kök hücreleri, lenfositler bulunmaktadır. Günde 1.1010 tane anne sütü kaynaklı lenfosit bebeğe geçmektedir. Anne sütünün tüm bu faydalı içeriği sebebiyle çocukluk çağı, erişkin sağlığı ve anne sağlığı üzerinde önemli etkileri vardır. Çocukluk döneminde alt ve üst solunum yolu enfeksiyonlarından obeziteye kadar bir dizi hastalık riskini azaltabilir. Araştırmalar, anne sütü ile beslenen bebeklerin enfeksiyonlara bağlı hastane başvurularındaazalma gösterdiğini belirtmiştir. Anne sütü, ayrıca içerdiği bakterilerle bebeğin bağırsak mikrobiyomunu oluşturur ve bağışıklık sistemini düzenler. Bu nedenle, anne sütü enfeksiyonlardan korunma açısından önemli bir avantaj sağlar. Ancak, bazı durumlarda anne sütünün verilmesi sakıncalı olabilir; örneğin, HIV, herpes, Ebola gibi.
Sarımsağın sağlık üzerindeki faydalı etkileri mevcuttur. Allisin, sarımsakta enfeksiyon yanıtını artıran faktörlerin salınımını azaltan bir bileşiktir. Sarımsak takviyeleri doğal öldürücü hücreleri uyarmaktadır. Sarımsağın ana biyolojik bileşeni olarak kabul edilen allisinin güçlü antimikrobiyal etkileri olduğu belirtilmektedir. Zerdeçal, içeriğinde kurkumin bileşiğini barındırır. Kurkuminin, enfeksiyon yanıtını artıran hücrelerin üretimini baskıladığı kanıtlanmıştır. Kurkumin anti-enflamatuvar, antioksidan ve antiviral etkilidir. Bal arıları tarafından üretilen reçineli bir malzeme olan propolis, bağışıklık sistemini güçlendirici olarak yaygın olarak tüketilmektedir. Antibakteriyel, antifungal, antiviral, antiparaziter, karaciğer koruyucu ve immünomodülatör aktiviteleri nedeniyle kullanılır. Güçlü antienflamatuvar ve bağışıklık düzenleyici etkileri vardır.
D Vitamini kullanmak hastalığa yakalanmayı önlemez. D vitamini seviyelerinin takibi bağışıklık sisteminin uygun işleyişini sağlar. Enfeksiyon hastalık sürecinde demir takviyesi alınması doğru değildir. Hastalığa yakalandıktan sonra yüklü bir takviye alımı yerine yeterli ve dengeli beslenmenin sürekliliği sağlanmalıdır.
İnsan vücudu doğumdan itibaren yaşam boyu mikroorganizmalarla temastadır, bazen bu mikroorganizmalar hastalık oluşturabilir. Enfeksiyonlar, genellikle halk sağlığını etkileyerek ciddi bir soruna dönüşebilir. Bağışıklık sistemi, enfeksiyonlara karşı organizmayı korur ve bu sistem beslenme ile karşılıklı etkileşim içindedir. Bebeklik döneminde anne sütü ile beslenme de dâhil uygun bir beslenme, enfeksiyonlara karşı direnci artırabilir ve bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkiler gösterir. Antioksidan, antimikrobiyal ve antienflamatuvar özelliklere sahip çeşitli fonksiyonel gıdaların da beslenme düzeninde yer alması bağışıklığı güçlendirebilecek bir strateji olarak belirtilmektedir. Enerji taleplerini karşılayan ve temel besinleri sağlayan bir diyet tüketmek sağlıklı bir bağışıklık sistemini teşvik ederken, hem az hem de aşırı beslenme bağışıklık fonksiyon bozukluğu ile ilişkilendirilmiştir. Besin alımını optimize etme çabalarına öncelik vermek, hastalık yükünü azaltmak ve hazırlığı iyileştirmek için bir yaklaşımdır.
Alam M et al. Immunity: A brief review. Mymensingh Med J. (2016)
Baltimore E.Feigin and Cherry's Textbook of Pediatric Infectious Diseases (2010).
Calder PC et al. Nutrition, ımmunosenescence, and ınfectious disease: an overview of the scientific evidence on micronutrients and on modulation of the gut microbiota. Adv Nutr (2022).
Ede G. Enfeksiyon hastalıkları. Gökmen Özel H, editör. Çocuk Hastalıklarında Tıbbi Beslenme Tedavisi. 1. Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri. (2022).
Enfeksı̇yon Hastalıklarında (Covıd 19) Beslenme, Takvı̇ye Edı̇cı̇ Gıdalar ve Sağlık Etkı̇lerı̇ Bı̇lı̇m Komı̇syonu Raporu, Ulusal Beslenme Konseyi, Ankara, Türkiye (2022).
Hatch-McChesney A et al. Nutrition, ımmune function, and ınfectious disease in military personnel: A narrative review. Nutrients (2023).
Knödler M et al. Long-term survival of the Shiga toxin-producing Escherichia coli O104: H4 outbreak strain on fenugreek seeds. Food Microbiol (2016).
Michael TO and Craig WH. Mandell, Douglas, and Bennett's Principles and Practice of Infectious Diseases: Elsevier Health Sciences (2015).
Oz HS et al. Nutrition, inflammation, and infectious disease. Med Inflamm (2012).
Smith TJ et al. Nutrition, ımmune function, and infectious disease. Med J (2021).
Wiertsema P et al.The ınterplay between the gut microbiome and the ımmune system in the context of infectious diseases throughout life and the role of nutrition in optimizing treatment strategies Nutrients (2021).