Vücudumuzda en az 1014 adet (yaklaşık 100 trilyon) mikroorganizma bulunduğunu biliyor muydunuz? Bu mikroorganizmaların büyük çoğunluğu insan gastrointestinal (GI) kanalında, yani bağırsaklarda yaşar. Bağırsaklarımız çeşitli bakterilere, mayalara, virüslere ve parazitlere ev sahipliği yapmaktadır. Bu mikroorganizmaların tümü bağırsak florasını oluşturur. Mikroorganizmaların oluşturduğu topluluklara mikrobiyota, mikroorganizmalar tarafından taşınan genoma ise mikrobiyom adı verilir.
Sağlıklı bireylerde bağırsak florasında Firmicutes, Bacteroidetes, Proteobacteria, Actinobacteria, Fusobacteria ve Verrucomicrobia olarak ifade edilen 6 tür bakteri mikrobiyotası bulunur. Bu türlerin içinde en yaygın olanları; Lactobacillus, Bacillus, Enterococcus, Ruminococcus ve Clostridium'dur.
Doğumda insan bağırsağı neredeyse sterildir ve annemizin mikrobiyomu tarafından kolonize edilir. Doğum şekli (vajinal veya sezaryen), yenidoğanın mikrobiyomunun şekillenmesinde önemli bir rol oynar.
Bağırsak mikrobiyotası; bağırsak bariyerinin korunması, bağışıklık sisteminin şekillendirilmesi ve olgunlaşması, insan metabolizmasının ve besin maddelerinin ve ilaç emiliminin düzenlenmesi gibi önemli olaylarda görev alır. Ayrıca, yaş, genetik, çevre, yaşam tarzı ve temel olarak beslenme gibi çeşitli faktörlerden etkileniyor olması sebebiyle dinamik bir yapı özelliği gösterir.
Bağırsak mikrobiyotasındaki bakteriler, belirli bir oranda yararlı ve zararlı bakterileri içerir. Bağırsaklarımızdaki zararlı bakteri oranı arttığında “mikrobiyal disbiyozis” adını verdiğimiz patolojik bir süreç başlar.
Beslenme şeklimiz, bağırsak mikrobiyotası içeriğini belirleyen en önemli çevresel faktördür. Diyetin değişmesi, özellikle yetersiz ve dengesiz beslenme, mikrobiyotadaki mikroorganizmaların sayı ve içeriğinin değişmesine, yani disbiyoza yol açar. Mikrobiyal disbiyozis sürecinin; alerji, inflamatuvar bağırsak hastalığı, kanser, lupus, astım, multipl skleroz, parkinson hastalığı, çölyak hastalığı, obezite, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar gibi birçok hastalık ile ilişkisi bulunmaktadır.
Faydalı/zararlı bakteri oranının bozulduğu bir diğer durum da antibiyotik kullanımıdır. Kullanılan antibiyotiklerin, bağırsak mikrobiyotasının bileşimini ve enzim aktivitesini bozduğu bilinmektedir. Antibiyotik tedavisinden sonra, bağırsak mikrobiyotamız yeniden şekillenir. Bu süreçte yabancı bakterilerin ya da dirençli türlerin bağırsak florasına yerleşmesi söz konusu olabilir. Tüm bunlar mikrobiyotada kalıcı değişikliklere ve hastalıklara neden olabilecek durumlardır.
Günümüzde, bağırsağın yararlı mikroflorasını güçlendirmek için probiyotik, prebiyotik ve sinbiyotik (probiyotik ve prebiyotik kombinasyonu) bileşenler kullanılmaktadır.
Probiyotik terimi, Yunanca kökenli bir kelime olup, 'yaşam için' anlamına gelir. Probiyotikler, bağırsaktaki yararlı bakterileri arttırarak, patojen bakterileri azaltan ve bakterilerin doğal dengesinin korunması ve yenilenmesini sağlayan canlı mikroorganizmalardır. Bu mikroorganizmalar bakteri dengesini sağlamanın yanında, stres ve antibiyotik kullanımının yarattığı olumsuz etkilerin de önüne geçmektedir. Bilinen en önemli probiyotikler Lactobacillus, Bifidobacterium, Streptococcus ve Saccharomyces türleridir.
Probiyotikler çoğunlukla bakteriyel, laktik asit ve laktik asit olmayan bakteri türleri ve mayalar olarak sınıflandırılır. Özellikle laktik asit üreten bakteri kültürleri yeterli miktarda tüketildiğinde sağlığa fayda sağlar. Gıda ürünlerine eklenen çoğu probiyotik türü, tercihen doğal olarak fermente edilmiş ürünlerden izole edilir. Enterococcus, Lactobacillus ve Bifidobacterium gibi laktik asit bakteri kültürlerinin insanlar için faydalı bakteri türleri olduğu doğrulanmıştır.
Probiyotikler, yeterli miktarda alındığında, vücudumuzda çok sayıda yararlı etkiler görülmesini sağlar. Yapılan araştırmalar, probiyotiklerin tip 2 diyabetin önlenmesi ve tedavisinde etkili olduğunu göstermiştir. Bazı probiyotik türleri, obezite, tip 2 diyabet ve dislipidemik hastalıklarda insülin duyarlılığını artırmakta ve lipid profilini geliştirmektedir. Ayrıca probiyotiklerin uygun miktarda alınması metabolik sendromu, kiloluk ve obezite riskini, periferik inflamasyonu azaltır.
Probiyotik kullanımının; laktoz intoleransı, diyare, inflamatuvar bağırsak hastalıkları, obezite, diyabet, alerjiler ve kanser gibi farklı birçok hastalıkta etkili olduğu bildirilmiştir.
Laktoz intoleransı: Laktoz intoleransı, ilerleyen yaş, sindirim sistemi hastalıkları ya da antibiyotik kullanımı gibi nedenlerle bağırsak mukozasının bozulması sonucu laktaz enzimin azalmasından kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Yapılan çalışmalarda, Bifidobakteriler ve diğer probiyotik bakterileri içeren bileşenlerin, laktoz intoleranslı hastalara uzun süre verilmesiyle hastalarda semptomların azaldığı veya tamamen ortadan kalktığı gözlenmiştir.
Diyare: Probiyotikler, immün sistemin uyarılması ile bağırsakta IgA sekresyonu ve lokal interferon salınımını arttırır. Bu şekilde bağırsak mukozasını etkileyerek diyarede iyileştirici bir rol oynar. Saccharomyces boulardii gibi probiyotikler bağırsakların mikroflorasını patojen bakterilerin aleyhine olacak şekilde değiştirerek faydalı etkiler göstermektedir. Özellikle çocuklarda, antibiyotik kullanımına bağlı gelişen diyarede probiyotiklerin yeri büyük önem taşır.
İnflamatuvar bağırsak hastalıkları: Probiyotikler vücudumuzdaki immun yanıtı modifiye ederek hastalığa etki ederler. Yapılan çalışmalarda, probiyotiklerin inflamatuvar bağırsak hastalıklarının hem adjuvan (koruyucu) hem de idame tedavisinde etkili olduğu gözlemlenmiştir.
Probiyotiklerin bilinen en önemli faydalarından biri bağışıklık sistemimize olan etkileridir. Bağırsak dengesini korumak için konakçı bağışıklık sistemi ile mikrobiyota arasında sağlıklı bir etkileşim sağlanması gerekir. Bu etkileşimin bozulması, bakteriyel fonksiyon ve çeşitlilikteki değişikliklere bağlı olarak disbiyoza sebep olabilir. Gelişen disbiyoz, bulaşıcı hastalıkların oluşmasına ve otoimmün hastalık gelişimine neden olabilir. Bu da, bağışıklık sistemi sağlığının tehlikeye girmesine neden olur.
Probiyotikler hücresel bariyerde salgılanan veya mevcut olan bağışıklık sistemi bileşiklerini uyarırlar. Bu şekilde, bağışıklık tepkisini tetikleyerek ve aktifleştirilmiş bağışıklık hücreleri tarafından salgılanan pro ve anti-inflamatuar sitokinler arasında bir denge sağlar ve vücudun savunmasını iyileştirirler.
Araştırmalar, probiyotiklerin sistemik bağışıklık tepkilerini etkilediğini ve bağırsak mukozasındaki sağlıklı mikrobiyotanın homeostazisini sağladığını göstermektedir. Bu nedenle bağışıklık aracılı hastalıkların tedavisinde koruyucu tedavi olarak probiyotiklerin kullanılabileceği düşünülmektedir. Probiyotiklerin, bağışıklık tepkisini düzenleyen ve alerjik inflamasyonu azaltan IL-10, dönüştürücü büyüme faktörü (TGF)-β, IL-12 ve INF-γ dahil olmak üzere bazı sitokinlerin üretimini desteklediğine dair kanıtlar vardır.
Probiyotiklerin bağışıklık destekleyici mekanizmaları arasında mukus sekresyonu, antimikrobiyal peptit üretimi, gastrointestinal-epitelyal bariyer fonksiyonunun sürdürülmesi, bağırsak mikrobiyotası ile mukozal bağışıklık hücreleri arasında yeterli etkileşimin sağlanması ve son olarak konakçı bağışıklık sisteminin aktivasyonuna yardımcı olunması yer alır.
Probiyotikler bu yönleriyle doğuştan gelen bağışıklık tepkisine spesifik olmayan bir adjuvan (koruyucu) görevi görür.
Probiyotikler alerjik hastalıklara karşı tedavi ve korunmada da oldukça etkilidir. Alerjik birçok reaksiyon (örn. Egzama, astım, atopik dermatit.), bağırsaktaki disbiyoza bağlı olarak gelişebilir. Örneğin, bağırsaklarda Clostridium difficile kolonizasyonu varlığı ile çocuklarda alerjiler arasında bir ilişki bulunmaktadır. Araştırmalar, atopik dermatitli çocukların bağırsak mikrobiyotasının daha az çeşitliliğe sahip olduğunu ve sağlıklı çocuklara göre daha düşük Bifidobacterium düzeylerine sahip olduğunu göstermektedir. Alerjik çocuklarda ise sağlıklı çocuklara göre daha yüksek Staphylococcus aureus ve Enterobacteriaceae sayıları ve daha düşük Bifidobacterium sayısı tespit edilmiştir.
Egzama gibi alerjilerin, özellikle erken yaşamda bağırsak mikrobiyotasında Bifidobacterium, Akkermansia, Faecalibacterium ve Lachnospira yoğunluğunun azalmasıyla ilişkili olarak geliştiği düşünülmektedir.
Probiyotiklerin alerjik hastalıklarda terapötik potansiyeli, bağışıklık sisteminin düzenlenmesi, bağırsaktaki zararlı bakterilerin inhibe edilmesi, hastalık yapıcı maddelerin etkisinin azaltılması ve bağırsak duvarının fonksiyonunun güçlendirilmesi gibi çeşitli mekanizmalar aracılığıyla gerçekleştirilir. Yapılan çalışmalarda, çeşitli probiyotik takviyelerinin bağırsak mikrobiyotasını dengeleyebileceği, bağışıklık sistemini düzenleyebileceği ve alerjileri azaltabileceği bildirilmiştir. Probiyotikler ve prebiyotiklerin sinerjik bir kombinasyonu olan simbiyotiklerin, örneğin astım benzeri semptomları ve astım ilaçlarının kullanımını azaltarak farklı alerjik durumlar için faydalı olduğu kanıtlanmıştır.
Probiyotikler vücudumuzda farklı mekanizmalarla antikanser ve antimutajenik aktivite gösterirler. Mutajenin bağlanması, parçalanması ve inhibisyonu; prokarsinojenin önlenmesi ve zararlı, toksik ve oldukça reaktif karsinojenlerin dönüştürülmesi; sindirilmeyen karbonhidratın parçalanması sırasında oluşan kısa zincirli yağ asitleri (SCFA'lar) tarafından bağırsak pH'sının düşürülmesi bu mekanizmalardan bazılarıdır.
Yapılan çalışmalarda, probiyotik bakteri ve mayaların kanserojenlerin toksisitesini ve kanser hücresi ölümü indüksiyonunu ortadan kaldırdığı rapor edilmiştir. Özellikle probiyotik laktik asit bakterileri, anti-karsinojenik aktivitede en önemli mikroorganizmalardan biri olarak kabul edilmektedir. Etkileri metabolik özelliklere, suşa özgü sunulan moleküllere ve salgılanan bileşenlere bağlıdır. Farklı Lactobacillus türlerinin ve bunların bileşenlerinin, in vitro ve in vivo kanser hücrelerine karşı savaşan antiproliferatif özellikleri olduğu bildirilmiştir.
46 romatoid artrit hastasıyla yapılan bir çalışmada, 8 hafta boyunca Lactobacillus casei alımının rolü araştırılmıştır. Çalışma sonucunda, tedavi edilen hastalarda hastalık aktivite skorunda iyileşme, serum IL-10 düzeylerinde artış ve tümör nekroz faktörü, IL-6 ve IL-12 düzeylerinde azalma görülmüştür.
‘Fakat şunun unutulmaması gerekir ki kanser immünoterapisi, kemoterapi ve radyoterapiye dirençli kanser türlerinde oldukça etkili bir tedavi sunmaktadır. Probiyotiklerin, immünoterapinin etkinliğini azalttığı dair çalışmalar bulunmaktadır. Dolayısıyla kanser hastaları doktorlarına danışmadan probiyotik kullanmamalıdır.Obeziteye sahip bireylerin mikrobiyotası, sağlıklı bireylerinkinden farklıdır. Yapılan çalışmalarda obez bireylerin mikrobiyotasında bakıldığında, Firmicutes oranının arttığı, Bacteroidetes oranının ise azaldığı görülmüştür. Bu, mikrobiyotada yararlı ve zararlı bakterilerin dengesinin bozulduğunu gösterir. Ayrıca, obeziteye bağlı olarak vücutta yağ dokusunun artması, inflamasyonu artırır ve dolayısıyla çeşitli hastalıkların kaynağını oluşturur.
Bu noktada, diyetin düzenlenmesi ve dışarıdan alınan besinlerin dengesi hayati bir önem taşımaktadır. Diyette fazla yağ ve şeker alınması, patojen mikroorganizmaların büyümesine ve çoğalmasına sebep olur. Özellikle dışarıdan alınan fazla yağ asiti, bazı laktobasillerin (Streptokoklar, Laktokoklar, Klostridyalar) çoğalmasına katkıda bulunur. Yüksek yağ ve şeker içeren diyet, bağırsaklarda mukus tabakasının azalmasına ve Helicobacter Pylori ile Entomoeba Histolytica türleinin üremesine yol açmaktadır. Bunun sonucunda gelişen disbiyoz, yağ dokusunun inflamasyonuna sebep olarak obezite ve diyabet gelişme riskini arttırır.
Probiyotiklerin bilinen bir etkisi de obezite riskini azaltmasıdır. Probiyotikler vücudumuzda yağ hücrelerinin birikimini azaltır ve bu şekilde metabolik ve inflamatuvar süreçleri düzenler. Ayrıca bağırsak disbiyozunu düzelterek yağ dokusunun inflamasyonunu önleyici etki gösterir.
Probiyotikler, özellikle Lactobacillus, Bifidobacteria ve Streptococcus türlerini içeren laktik asit bakterileri, takviye şeklinde alınabileceği gibi, fermente gıdalarla doğal olarak da alınabilir. Fermente gıdalar; enzim üretimi, antimikrobiyal, peptid ve antioksidanlar ile diğer probiyotik özellikleri gibi ayırt edici fonksiyonel özelliklere sahiptir. Probiyotik içeriği yüksek gıdalara; yoğurt, turşular, soya ürünleri, bazı peynirler, kefir, ekşi mayalı ekmek örnek verilebilir. Bu gıdaların diyete dengeli bir şekilde eklenmesi, bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesini sağlayacak ve disbiyoza bağlı olarak gelişebilecek hastalık risklerini ortadan kaldıracaktır.
Sağlıklı yetişkinler için, ISAPP (Uluslararası Probiyotikler ve Prebiyotikler Bilimsel Derneği) tarafından belirtilen dozaj, suş ve hastalığa bağlı olarak günde iki kez 1 x 10⁸ ila 1,8 x 10¹² CFU arasındadır ve tedavi süresi 3 haftadan 5 aya kadar değişmektedir.
Yaşlı hastalar için, bağışıklık tepkisini iyileştirmeye yönelik dozaj, 3-12 hafta boyunca 1 x 10⁷ ila 3 x 10¹¹ CFU arasında değişmektedir. Probiyotiklerin çocuklar için klinik etkinliği, 1-5 milyar CFU arasında ve özellikle antibiyotiğe bağlı olarak gelişen diyare üzerinde etkili bulunmuştur.
Probiyotik dozu arttırıldıkça daha fazla fayda görülür mü?
Bir probiyotik üründe daha fazla sayıda koloni oluşturan birim (CFU) bulunması, daha fazla etki göstereceği anlamına gelmez. En iyi doz, insanlarda test edilmiş ve olumlu sonuçlar sağladığı gösterilen dozdur. Bu seviyeler günde 100 milyondan bir trilyon CFU' ya kadar değişebilir. Tedavi sürecinde önerilen doz şemalarına uymak, maksimum terapötik fayda görebilmek açısından önem taşır.
Probiyotik üründeki suş çeşidinin artırılması terapötik faydayı da arttırır mı?
Probiyotik ürünün suş çeşitliliği üzerine yapılmış farklı çalışmalar mevcuttur. Bazı çalışmalar tek suşlu probiyotik ürünün faydalarını desteklerken, bazı çalışmalar probiyotik suşlarının spesifik karışımlarının olumlu sonuçlara sahip olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, suşun çeşitli olmasının her zaman daha faydalı bir etki oluşturacağı düşünülmemelidir.
Tercih edilen suşun özgünlüğü önemli mi?
Yapılan çalışmalar tüm probiyotiklerin aynı etkinliği göstermediğini ortaya koymaktadır. Probiyotiklerin kullanım amacına uygun olarak farklı probiyotik suşları veya bunların karışımları tercih edilebilir. Tercih yapılırken doktor/eczacı tavsiyesine başvurulabilir veya uluslararası geçerliliği olan probiyotik rehberlerinden destek alınabilir.
Probiyotik besinlerin şeker içermesi tedavi etkinliğini azaltır mı?
Günümüzde sıklıkla tercih edilen probiyotikli gıdalardan bazıları şeker ilavesi içerebilmektedir. Probiyotikli meyve aromalı yoğurtlar ve kefirler bunlara örnek gösterilebilir. Gıdalardaki probiyotiklerin sağlığa faydalarını inceleyen araştırmaların çoğu şekerli yoğurtlar/içecekler üzerinde yapılmıştır. Dolayısıyla şeker probiyotiklerin etkilerini olumsuz yönde etkilemez. Dengeli beslenme sürecinin bir parçası olması durumunda probiyotikli gıdalarla şeker alınması tedavi etkinliğini azaltmaz.
Tüm fermente gıdalar probiyotik özellik gösterir mi?
Fermente gıdalar hazırlanırken pastörizasyon, fırınlama, tütsüleme veya filtreleme gibi aşamalardan geçmektedir. Bu adımlar, fermente gıdanın canlı mikroplar sağlayamamasına neden olarak, içlerindeki canlı kültürleri ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte, fermente bir gıda canlı mikrop kaynağı sağlasa bile, sağlık açısından faydaları test edilmemiş olabilir. Probiyotik gıda olarak tanımlanan besinler, yeterli miktarda verildiğinde sağlık üzerinde etkisi olduğu gösterilen canlı mikropları içermektedir. Fermente bir gıda, üzerinde çalışılmış bir probiyotiği fayda sağlayabilecek bir dozda içeriyorsa, bu durumda probiyotik özellik gösterdiği söylenebilir.
1. Rinninella E., Tohumcu E., et al., The role of diet in shaping human gut microbiota, (2023).
2. Karatay E., Mikrobiyota, prebiyotik ve probiyotikler, (2019).
3. Kalip K., Atak N., Bağırsak Mikrobiyotası ve Sağlık, (2018).
4. Çakmak B., İnkaya B., Mikrobiyotanın Hastalıklar Üzerindeki Etkisi, (2021).
5. Ianiro G, Iorio A, Porcari S, et al. How the gut parasitome affects human health, (2022).
6. Arumugam, M., Raes, J., Pelletier, E. et al. Enterotypes of the human gut microbiome. (2011).
7. Yatsunenko, T., Rey, F., Manary, M. et al. Human gut microbiome viewed across age and geography, (2012).
8. Kim, D. H., Gut microbiota-mediated drug-antibiotic interactions, Drug Metabolism and Disposition, (2015).
9. Sommer F, Bäckhed F., Know your neighbor: Microbiota and host epithelial cells interact locally to control intestinal function and physiology, (2016).
10. Revankar, N. A., & Negi, P. S., Biotics: An emerging food supplement for health improvement in the era of immune modulation. (2024).
11. Aldemir K. B., Çiftçi E., Akut Gastroenteritlerin Tedavisinde Probiyotiklerin Rolü, (2017).
12. Legesse Bedada, T., et al., Probiotics for cancer alternative prevention and treatment, (2020).
13. Cianci R, et al., The Interplay between Immunity and Microbiota at Intestinal Immunological Niche: The Case of Cancer, (2019).
14. Honda K, Littman DR. The microbiome in infectious disease and inflammation. Annu Rev Immunol, (2012).
15. Lopez-Santamarina A, et al., Probiotics as a Possible Strategy for the Prevention and Treatment of Allergies. A Narrative Review. Foods, (2021).