Depresyon hayatımız boyunca başımıza gelebilecek, bizleri sevdiklerimizden ayırabilecek, yaşamla bağlarımızı kesebilecek bir olgu. Bu olguyu bir çoğumuz yaşıyoruz. Ülkemizde depresyon görülme sıklığı oldukça yüksektir. Kabaca her 10 kişiden 1'inde depresyonun varlığı söz konusudur. Detaylıca baktığımızda ise epidemiyolojik veriler herhangi bir yılda kadınların %13'ü, erkeklerin %8'inin depresyonda olduğunu göstermektedir. Türkiye Ruh Sağlığı Profili Çalışması’nda 12 aylık depresif nöbet yaygınlığı kadınlarda %5,4, erkeklerde %2,3, tüm nüfusta %4,0 olarak verilmektedir.
Depresyonun giderek yaygınlaşması ve korona sürecinde yaşanılan sosyal izolasyon, korku, panik, travmalar vb. gibi durumlardan sonra daha yaygın bir şekilde görülmesi kaçınılmazdır. Bu sürecin önüne geçebilmemiz için hayatımızda yapmamız gereken değişimler söz konusudur. Bu değişimleri kısaca özetlemek gerekirse:
Egzersiz yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmelidir. Egzersizi bir yaşam alışkanlığı olarak günde minimum 30 dakika yapmamız gerekmektedir. Egzersizin yoğunluğunun başlangıç aşamasından itibaren artması istenilen bir durumdur. Egzersizin beyin sağlığı ve vücut direncinin korunması açısından inanılmaz faydaları vardır. Egzersiz depresyondan koruyan yegane aktivitelerin başında gelmektedir.
Güçlü sosyal ilişkiler yine depresyonu engelleyen aktivitelerin başında gelmektedir. Yeni arkadaşlar edinme, yaşamı paylaşma, var olan dostlarla ve sevdiklerinizle sosyal iletişimin güçlendirilmesi daha sağlıklı bir beyin için olmazsa olmazlar arasındadır. Bunun sağlanması için bir çabanın sarf edilmesi kaçınılmazdır. Bu aktivitenin hem bağışıklık sisteminin güçlendirilmesine, hem de sağlıklı bir beynin sağlanmasına faydaları büyüktür.
Ve elbette sağlıklı bir beyin için yapılması gerekenlerin bir diğeri de sağlıklı beslenmedir. Sağlıklı beslenmeden kasıt ise dengeli bir şekilde beslenmektir. Ülkemizde sağlıklı beslenme adına eksikler bulunmaktadır. Bu eksiklerin başında protein zengini beslenmeme, lif zengini beslenmeme ve eksik vitamin-mineral-polifenol alımı gelmektedir. Ülkemizin beslenme alışkanlığı karbonhidrat zengini beslenmedir. Bu beslenme türü hastalıklara olan yatkınlıklarımızın da artmasına sebebiyet vermektedir. Ülkemizde her 4 kişiden biri kalp-damar hastalıklarından hayatını kaybetmekte ve yine ülkemizde obezite ve diyabet çok yaygın bir şekilde görülmektedir. Bu hastalıklar kronik hastalıklar olarak bilinmekte ve yaşam tarzı ve beslenmeye doğrudan bağlı hastalıklardır. Bu hastalıkların ortadan kalkması, yaşam tarzının ani değişimleri ile söz konusudur. Kilo verme, spora başlama, vitamin-mineral-polifenol zengini beslenme gibi yaşam alışkanlıklarının değişmesi ile bu hastalıklar ortadan kalkabilmektedir.
Rafine gıdaların artması ve bizlerin daha çok lezzetinden dolayı rafine gıdalarla beslenmeyi tercih etmemizden dolayı ülkemizde yoğun bir lifli gıda tüketimi azlığı yaşanmaktadır. Günlük olarak almamız gereken lifli gıda oranının 15-20 gram kadar olması gerekirken biz bu oranın 5'te 1'ini tüketmekteyiz. Bu oldukça az bir orana denk gelmektedir. Düşük lif tüketimi özellikle mikrobiyotamızla ilgili birçok problemin yaşanmasına neden olmaktadır. Mikrobiyotamız kan değerlerimizden, psikolojimize kadar birçok ayarımızı düzenleyen dev bir yapılanmadır. Tükettiğimiz gıdaların iyice sindirilmesi, daha sağlıklı bileşenler haline getirilmesi, stresimizin giderilmesi ve mutluluk verici nöroaktif bileşenler sentezlemek gibi birçok görevi mikrobiyotamız yerine getirmektedir. Mikrobiyotamızın bu görevleri başarabilmesi için lifçe zengin, özellikle de prebiyotik liflerce zengin beslenmek gerekmektedir. Günlük 10-15 gram prebiyotik özellikte zengin lifçe beslenmek mikrobiyotamızın düzenlenmesinde büyük rol oynamaktadır.
Mikrobiyotamızın beynimizle ilişkisini ortaya koyan binlerce bilimsel yayın söz konusudur. Bu yayınlar özellikle mikrobiyotamızın bizlere mutluluk verici, depresyonu engelleyici özelliklere sahip kimyasalları ürettiği ve böylece bizleri stresten koruduğunu ortaya koyan bilimsel yayınlar gün geçtikçe artmaktadır.
Ülkemizde bu süreçte ve sonrasında yaygın bir biçimde görülmesi öngörülen depresyonun engellenmesinde prebiyotiklerin çok büyük faydaları olacaktır. Prebiyotikçe zengin gıdaların geliştirilmesi, toplum refahının artmasına büyük faydalar sağlayacaktır. Bunun açık bir biçimde görülmesi gerekmektedir. Toplumumuzun prebiyotik liflerce zenginleştirilmiş gıda ürünlerine erişebilmesinin sağlanması, süt, yoğurt, ekmek, makarna gibi temel gıdaların prebiyotiklerle zenginleştirilmesi toplum sağlığı üzerinde inanılmaz faydalar yaratacaktır. Var olan ve artarak gelmesi beklenen depresyonun azaltılmasında ve depresyonla mücadelede çok büyük bir mihenk taşı olacaktır prebiyotik gıdalar.
Probiyotikleri dışarıdan almak yerine mikrobiyotamızda var olan probiyotiklerin prebiyotiklerle arttırılması sağlığın daha uyumlu bir şekilde yükseltilmesini sağlayabilecektir. Prebiyotikli gıdalar, içerdiği yüksek lif nedeniyle daha dengeli gıdalar olmaktadır. Prebiyotikli gıda geliştirilirken, daha az karbonhidrat, şeker ve yağ kullanılmaktadır. Bu da daha dengeli bir gıdaya giden kapıyı aralamaktadır. Özellikle gıdalarda izole bitkisel proteinler ve prebiyotiklerin bir arada kullanılması sağlıklı ve dengeli bir gıdanın geliştirilmesinde elzemdir.
Depresyonun yaşamları sonlandırma nitelikleri vardır. O nedenle insanlarımızı depresyondan korumak, yaşanabilecek depresyon vakalarının da azaltılmasını sağlayacaktır. Depresyonun azaltılmasının sağlanması iş gücü kayıplarını ve devamında gelecek insan kayıplarının engellenmesini de sağlayacaktır. Prebiyotikler bu konuda oldukça güçlü aktörlerdir. Bu konuda yaygın kullanımının sağlanması geleceğin kurtarılması anlamına da gelmektedir.